kendi yoluma devam ettim, bizimkiler meraklanmış olmalıydı. yağmur yeniden hızlanmıştı, şemsiyemi neden almadım diye düşündüm bir an için. sırılsıklamın da ötesine geçmiştim artık. şifayı kapmak için bu kadar istekli davranmamıştım daha önce. yağmura ayak uyduran adımlarımla hafif yokuş aşağı giden uzun sokakta ilerledim. bir sağa bir sola özensizce park edilen arabaları tekmelemek istedim. yapmadım. önüme bakarak yürümeye devam ettim. yere düşen yağmur damlalarına tek tek basa basa yürüdüm. uzun ve dar sokağın sonundan sola dönüp geniş caddeye çıktım. artık iş çıkışı saatleriydi. cadde her günkünden biraz daha kalabalıktı. rüzgar tam karşımdan hışımla esiyordu..güneş yeniden boy göstermişti kül rengi bulutların arasından..
arkadaşlarımın bulunduğu kafenin önüne kadar geldim. yağmur yavaşça yağıyor, güneş de yağmur suyunu yavaşça ısıtıyordu. kafenin kapısı açıldı ve dışarıya kahve renginin en güzelini gözlerinde taşıyan bir kız çıktı. o anda sanki tüm yağmur damlaları asılı kalmıştı havada. ve sanki her damlada bir gökkuşağı oluşmuştu. dünya çoktan bırakmıştı dönmeyi. sanki tüm evren benim gözlerimin baktığı yere bakıyordu.. kahverengi saçlarını şöylece sağına doğru attı usulca. arkadaşlarının yanında bir melekti adeta. ve ben ona hayran bir şekilde bakakalmıştım. şapşal bir gülümseme vardı kesin o an yüzümde. ya karşımda; dünyanın en güzel gülümsemesi. bir arkadaşı bir şey anlatıyordu, bu kız da ona gülüyordu galiba. hep gülsündü o, ne güzel gülmekti o öyle..
aralarında kahve gözlü meleğin de bulunduğu dört beş kişilik grup önümden yavaşça gittiler. ben ise kafenin hemen beş adım önünde saplanmıştım yere.
dünya durmuştu ya artık ben de durmuştum..