apokaliptik geleceğe özgü, insanların yine azılı bir virüs tarafından yavaşça yok edilipte, birbirlerini ya da buldukları et parçalarını yiyen bir zombiye dönüşmeden de, nasıl duyuları olmadan yaşayabileceği üzerine yazılmış, çizilmiş, yönetilmiş, kurgulanmış mükemmel film.
arkadaşımın önerisiyle izledim filmi, ki o kadar da film gurusu diye geçinmeme rağmen filmden haberim olmamıştı açıkçası. ewan mcgregor ayrı, eva green ayrı dağladı yüreğimi.
--spoiler--
çoğunlukla malum çiftimizin gözünden gibi görünse de, onların tuttuğu aynada, hastanedeki insanlar, restorantta çalışanlar, araya giren siyahi kardeşlerimiz, uzakdoğulular; kısacası insan... acaba duyuları olmadan ne yapabilirdi diye düşündürmesi bile, insanın en büyük kayıplarının aslında duyularıyla bağlantılı olduğunu da gözler önüne serebiliyor. diğer taraftan da, işitme kaybına yenildikten sonra, körlük için kendilerini yavaş yavaş hazırlamaları da, içerisinde bulunduğu duruma alışma ve daha büyük felaketlere kendini hazırlama açısından, iyi düşünülmüş sahnelerdi. bir de şu var, kız arkadaşın olabilir, sevişebilirsin, tenin tenine değdiğinde, ya da dudaklarından dökülen sözler sana iletilemediğinde; - ki filmdeki sahnelerden çıkarım yapıyorum - , onu da geçtim en sevdiğin insanların, en sevdiğin yemeğin, en çok içtiğin içkinin, en sevdiğin kokunun, en sevdiğin resmin, en sevdiğin filmin; kısacası sevdiklerinin çekildiği fotoğrafın birer birer makaslanması. blindness ne kadar mükemmel bir film olursa olsun, yanında melodram dizisi gibi kalıyor zannımca. son sahnede ekran karardıktan sonra, bir sonraki durakta hangi duyumuzu ya da insani muhakeme yeteneğimizi yitirirdik diye düşündüm.
bir de arkadaş tamamen filmin ana teması ile alakasız olarak, yine doğsam, kulak üstü kalemle, elimde tabağımın münasip yerlerini temizlediğim havlum ve, hazırladığım onlarca çocuğum olan o tabaklarla mutlu mes'ut olan bir şef olurdum herhalde.