eduardo galeano

entry37 galeri
    26.
  1. Sizinle bazı soruları – kafamın içinde vızıldayıp duran sinekleri –
    paylaşmak isterim. Adaletin doğru tarafı mı yukarıda duruyor? Yoksa
    dünya adaleti baş aşağı bir konumda donup kalmış durumda mı?

    Terörist kim? Suçlu olan kim? Meksika’daki Atenco halkı, Şili’nin
    yerlileri Mapuche’ler, Guatemala’nın Kekchie’leri, Brezilya’nın
    köylüleri mi? Hepsi kendi topraklarına sahip olma haklarını savundukları
    için terörizm suçuyla suçlanıyorlar. Toprak kutsalsa, yasa böyle
    söylemese bile, onu savunanlar da kutsal değil midir?

    Foreign Policy dergisine göre Somali dünyanın en tehlikeli yeri. Ama
    korsanlar kim? Gemilere veya yıllarını dünyaya saldırıp şimdi de acıları
    için milyonlarca dolarla ödüllendirilen Wall Street spekülatörlerine
    saldıran aç insanlar mı? Dünya neden yağmacılarını ödüllendirir ki?

    Adalet neden tek gözü görmez bir kadındır? Wal-Mart, dünyadaki en güçlü
    şirket, sendikaları yasaklıyor, McDonald’s da öyle. Bu şirketler hem de
    cezadan muaf kalarak uluslararası hukuku neden ihlal ediyorlar? Bu bizim
    çağdaş dünyamızda, iş çöpten daha değersiz, işçilerin hakları daha da
    değersiz bulunduğu için olabilir mi?

    Erdemli olan kim, alçak olan kim? Uluslararası adalet gerçekten varsa,
    güçlü olan neden hiç yargılanmıyor? En feci kasaplıkları tasarlayanlar
    hiç hapse gönderilmiyor. Acaba hapishanelerin anahtarlarını aslında bu
    kasaplar ellerinde tuttuğu için olabilir mi?

    Birleşmiş Milletler’de veto gücü olan beş ülkeyi dokunulmaz kılan nedir?
    Veto güçleri ilahi bir kökenden mi geliyor? Savaştan kâr edenlerin
    barışı koruyacaklarına güvenebilir misiniz?Dünya barışının aynı anda dünyanın ana silah üreticileri olan aynı beş
    ülkenin elinde olması adil mi? Uyuşturucu tacirlerine saygısızlık
    etmeksizin, bu düzene örgütlü suç örneği diyemez miyiz?

    Her yerde ölüm cezası olsun diye yaygara koparanlar, dünyanın sahipleri
    konusunda, tuhaftır, sessiz kalıyor. Daha da kötüsü bu yaygaracılar
    sürekli eli kanlı katillerden yakınıyor, ama eli füzeli başkatillerle
    ilgili hiçbir şey söylemiyorlar.

    insan kendi kendine soruyor: Bu kerameti kendinden menkul dünya
    sahipleri öldürmeye bunca bayılıyorlarsa, insan cinai meyillerini
    toplumsal adaletsizlere yöneltsinler diye neden dua etmesin? Her bir
    dakika askeriyeye üç milyon dolar harcanırken, aynı zamanda 15 çocuğun
    açlıktan veya önlenebilir hastalıklardan yok olup gittiği bir dünya adil
    midir? Bu uluslararası toplum denen baştan ayağa kime karşı
    silahlanmıştır? Yoksulluğa mı, yoksullara mı?

    Dayak cezasını canla başla savunanlar hiddetlerini neden tüketici
    topluma, kamu güvenliğine doğrudan bir tehdit oluşturan değerlere yöneltmez? Ya da, bitmez tükenmez reklam bombardımanı suça teşvik
    içermiyor mu? Bu bombardıman milyonlarca işsiz veya çok az para ödenen
    genci uyuşturup onlara “olmak = sahip olmaktır”, “hayatın anlamı
    arabaların ya da marka ayakkabıların sahipliğinden gelir” yalanını
    berdevam öğretmiyor mu? Sahip ol, sahip ol, deyip duruyorlar boyuna,
    “bir şeyi olmayan hiçbir şeydir”i ima ederek.Ölüm cezası neden ölümün kendine uygulanmaz? Dünya ölüme hizmet için
    düzenlenmiş durumda. Askeri sanayi karmaşasının ölüm üretirken
    kaynaklarımızın da enerjimizin de çoğunu yiyip bitirdiği doğru değil mi?
    Yine de dünyanın sahipleri şiddeti ancak başkaları uyguladığında
    kınıyor. Dünya dışı yaratıklar, eğer varlarsa, bu şiddet tekelini
    açıklanamaz bulacaktır. Keza, bütün kanıtlara karşın hayatta kalma
    umudunu sürdüren dünya sakinleri için de şu desteklenemezdir: Biz
    insanlar, birbirlerinin soyunu karşılıklı tüketmede uzman olan, sonuçta
    gezegenimizi ve üzerinde yaşayanları da yok edecek bir imha teknolojisi
    geliştirmiş tek hayvan türüyüz.

    Bu teknoloji kendini korkuyla sürdürüyor. Bu korku, kaynakları askeriye
    ve polisle çarçur etmenin gerekçesi olan, düşmanlardan korku duyma hali.
    Ölüm cezasını uygulamak demişken, neden korkunun kendisine ölüm cezasını
    yasalaştırmıyoruz? Böyle yapmak bizi, profesyonel korku salıcıların
    evrensel diktatörlüklerine son verebilir hale getirmez mi? Panik
    yayanlar, bizi yalnızlığa mahkum ediyor, dayanışmayı ulaşılmaz kılıyor:
    Bize itin iti ısırdığı bir dünyada yaşadığımız, elinde olanın
    yanındakileri ezmesi gerektiği, her bir komşunun arkasında tehlike barındırdığı bir dünyada yaşadığımız yalanını öğretiyorlar. Sakın
    kendini, deyip duruyorlar, dikkatli ol; bu komşu senden çalar, diğeri
    sana tecavüz eder, o bebek arabasında Müslüman bir bomba var ve seni
    izleyen o kadın -o masum yüzlü komşun var ya- kesin sana domuz gribi
    bulaştırır.

    Bu baş aşağı duran dünyada, bizi adalet ve sağduyunun en temel
    eylemlerinden bile korkar hale getiriyorlar. Başkan Evo Morales yerli
    çoğunluk aynada kendine baktığında artık utanç duymasın diye Bolivya’yı
    yeniden kurmaya başlayınca, edimleri paniğe yol açtı. Morales’in meydan
    okuması, gerçekten de ırkçı düzenin açısından bakıldığında felaket
    gibiydi; bu düzenden kazançlı çıkanlar Bolivya’nın tek seçeneğinin
    kendilerininki olduğuna inanıyordu. Onların inancına göre, kargaşa ve
    şiddeti Evo getirmişti, böylece üzerine atılan bu suç ulusal birliği
    havaya uçurup Bolivya’yı parçalara bölebilecek çabaların gerekçesi oldu.
    Ekvador Başkanı Correa ülkesinin gayrimeşru borçlarını ödemeyi
    reddettiğinde, haberler finans dünyasında kargaşaya neden oldu ve
    Ekvador böylesi kötü bir örnek olmaya cüret ettiği için en korkunç,
    ivedi cezayla tehdit edildi. Eğer askeri diktatörlükler ve çapkın
    politikacılar hep uluslararası bankalar tarafından şımartılmışlarsa, halkın kendine vurulan sopanın ve onu yağmalayan açgözlülüğün bedelini
    ödemek zorunda olmasını, kaçınılmaz kaderimiz olarak kabullenmeye
    kendimizi çoktan şartlamış durumda değil miyiz?

    iyi de, sağduyu ve adalet hep birbirinden ayrılmış halde miydi?

    Sağduyu ve adaletin el ele yürümesi, yakın bir ilişkide olması gerekmez
    miydi?

    Sağduyu ve aynı zamanda adalet, biz erkekler hamile kalmak zorunda
    olsaydık, kürtajın serbest olacağını söyleyen feminist sloganla uyumlu
    değil midir? Kürtaj hakkını neden yasallaştırmayalım? Bunun nedeni,
    kürtajın artık yalnızca parası yeten kadınların ve bu parayı alan
    doktorların ayrıcalığı olmaktan çıkması olmasın?

    Aynı şey adalet ve sağduyunun reddedildiği skandal gibi başka bir vakada
    da gözleniyor: Uyuşturucular neden yasal değil? Bu da, tıpkı kürtaj
    gibi, bir halk sağlığı sorunu değil mi? Ve kendi nüfusunda diğer
    ülkelerden çok daha fazla uyuşturucu bağımlısı olduğunu söyleyen o
    ülkeye gelince, kendi uyuşturucu tedarikçilerini mahkum edecek hangi
    ahlaki yetkeye sahip? Ve kendini uyuşturucu belasıyla savaşa adamış
    yaygın medya, dünyada tüketilen neredeyse bütün eroini sağlayanın tek başına Afganistan olduğunu neden hiç açık etmez? Afganistan, kendine
    hepimizi kurtarma görevini ihsan eyleyen o kutsanmış ülkenin işgali
    altında değil mi?

    Neden uyuşturucular hepten yasal ilan edilmiyor? Askeri istilaların en
    iyi bahanesi oldukları, ayrıca gecenin karanlığında para aklama
    merkezleri olarak iş gören büyük bankalara en tatlı kârları sağladıkları
    için olabilir mi?

    Lewis Carroll‘ın kraliçesi, Alice’e aynalar dünyasında adaletin nasıl
    dağıtıldığını şöyle açıklıyordu:

    “işte Kral’ın Habercisi. Şimdi hapiste, cezasını çekiyor, mahkeme
    gelecek çarşamba başlayacak; ve tabii suç en son sırada.”

    Bazen, tarihin anlatıları kötü şekilde sona erer, ama tarihin kendisi
    hiç sona ermez. Tarih Hanım ne zaman “hoşça kal” dese, aslında yalnızca
    “geri döneceğim” diyordur.

    * Uruguaylı düşünür, yazar, gazeteci Eduardo Galeano‘nun ispanyolca
    yazdığı metnini, counterpunch.org’da yayınlanan Dr. Moti Nissani‘nin ingilizce çevirisinden Tolga Korkut Türkçeleştirdi.
    0 ...