en buyuk taraftar

entry3 galeri
    3.
  1. zafer, çapulcuların kahramanlaştığı o andır, zafer, kuvvetin tek bir bedende toplandığı o andır, zafer , tarihin aklını çelmektir, zafer ruhumuzu bedenimizden uçurtan o andır! zafer , damarlarını çatlatarak bu ağır hayatın altında büyüttüğümüz bu bedenin duyduğu en büyük şehvettir! zafer, bütün çaputcuları kahramanlarştırır, o yüzden tarihin o günü , ordaydık, biz yüz taraftar! türk medyasının ertuğrul özkök lerin reha muhtar ın , ali kırca ların , tansu çiller lerin neden ingiltere ye koştuğunu anlıyorum, çapulcular, kahramanlık yağmalanırken, orda olmak zorunda!
    taşaklarını karıştırarak yeşil yeşil kusan bir delikanlı ,kustuğu yerden bağırdı: .mına koduğumun uşakları, toplanın kupayı almaya istanbul a gidiyoruz ki tuhafınıza gitmesin, kimse , arkadaşlar çocuklar diye hitap etmez, bir nutuk şekli hitabettendir, .mına koduğumun uşakları cümleri, burda küfür yoktur, sevecenlik dostluk bildirir. trabzon lu eski bir yöneticiyle lüks bir lokantadayız, garson ,buyrun ne emredersiniz dedi, bizimki: .mına koduğumun uşağı bir buçuk kıymalı getir dedi , ürktüm , abi buralarda söyleme böyle rezil etme bizi, der gibi oldum. garson, bu dili iyi anlıyor, gülerek, şakalaşarak servisi tamamladı.)
    otobüsler çanakkale boğazı na ecaabat a vardığında hayattan artık hiçbir şey beklemeyen kahramanlar yorgunluktan uyumuştu. ancak, öc almak isteyen maceracılar boş durmamış ecaabat araba vapurunun hemen orda, sağda, turistik eşya satan bir dükkana girip, dükkan sahibini konuşturmaya tutup, arkadan kasalarla, koli koli anahtarlık, oyuncak ayılar, bebekler, ağızlıklar, yüzlerce tesbih çalıp otobüse boşalttılar. mahallenin dayısı yine nutkuna başladı: .mına koduğumun uşakları, trabzon u şanına leke sürüyorsunuz, şampiyonluğumuza leke sürmeyelim uşaklar , getirin bakayım kolileri! koliler geliyor herkese pay ediyor. benim kucağıma da dört-beş maymun, üç-beş tesbih, maskot atılıyor. arabanın önünde oturanlar,tekirdağ dan geçilirken, mürefte yakınlarına sızıp bir şarap fabrikası soyulması planları yapıyor. şoför, anayoldan çıkmam diye diretiyor. bir bakkaldan on-onbeş şişe şarap çalınıp, iş tatlıya bağlanıyor. istanbul göründükçe , uykulu gözler açıldı, otobüsün tüm koltuklarını dehşet dolu bir pervasızlık sarmaya başladı. cepte beş kuruş olmadığı için, ilk durak kapalıçarşı. yan tarafta mısır çarşısında trabzon lu esnaf bulunuyor. sokakta iki saat süren bir tezahürat, paralar toplanıyor. hiç gerek yokken, döner tezgahından döner çıkartılıp grubun ortasına getiriliyor, dişleyenler, kopartanlar, soplar, döner kılıçlarıyla çarşı birbirne giriyor. aklımızda iki acil program var, bayraklar ve fişekler. kutu kutu fişekleri alıyoruz. büyük bayraklar yeniden özenle büyük sopalara çekiliyor! galatasaray maçında tribünün önüne beş-altıbüyük bayrak çıkartıyoruz, o günün fotoğraflarına bakın, ali sami yen o büyüklükte bayrakları o gün görüyordu. polis saldırıya geçti tribüne. bizden bir kişi alıp, sekiz- on polis ayaklar altında dövüyor, sonra çeke çeke dışarı çıkartıyor. biz polise saldırıya geçiyoruz, içimizde ağzı burnu parçalanmayan kalmadı. polis demirkapıların arkasına saklanıyor, bir pundunu kollayıp tekrar saldırıyor. ve taktik olarak , tribünün arkasından yine bir kişi alıyor, yine tekmeler altında sürükleyerek dışarı çıkarıyor. polisle iki saat süren bir çatışma. tribünde bayrakları havalandıran çocuklar dışında hiçbirimiz bir saniye olsun maça bakamıyoruz. kupayı galatasaray alıyor, dışarı çıktığımızda toplanıp polis arabalarına saldırı, sonra galatasaraylı dövmek için sokak aralarına dağılıyoruz, yüzlerce mont, eşofman, sarı- kırmızılı bayrak topluyoruz. taksim meydanında taktik geliştirip , sarı- kırmızılı bayraklarla bağırıyoruz, bayrağı gören cimbomlular keklik gibi düşüyor, tam zamanı deyip çocukları paramparça ediyoruz. tekrar gelen yok, tekrar sarı- kırmızılı bayrakları sallıyoruz, staddan yeni gelmekte olan cimboluları tekrar tuzağa düşürüp... iyi cins, kalite , üç-beş mont yüzünden kafile içinde sert tartışmalar trabzon a kadar sürdü!
    viyana kapılarından dönen osmanlı orduları gibi, istanbul dan cumhurbaşkanlığı kupasında ananızı .keceğiz deyip geri döndük. kafile ani bir kararla, beyoğlu nun tüm arka sokaklarında o zamanlar zibil kadar çok, otel adı altında genelevlerine taşındı. giren çıkmıyor otellere. otobüsü kaldıramıyoruz. gecenin iki-üçüne kadar pavyonlardan gelecek çocukları bekliyoruz. toplamak için çocukların peşinden gidiyorum, otel odalarında gördüğüm sahneler, aile var, anlatamam. çocuklar karılarla sabahlamış ve para vermiyorlar, tüm otellerin pezevenkleri sokağa doluşmış, otelden dışarı çakamıyor bizimkiler, çocuklar ..ezevenklere saldırırken ,karı satılır mı ulan, kavatlatır , ..rospu parasıyla ekmek yenir mi ? diye saldırıya geçiyor, ayakkabıları, gömlekleri de otelde kalmış.
    ankarada otobüs mola veriyor, tuvaletten döndüğümüzde otobüs kaçmış. parasız ankara nın göbeğinde kalıyoruz. nerden para bulacağız diye turlarken, eski teminalden tandoğan a ordan beşevler e kadar yürmüşüz, tam önüme beyaz bir güvercin düştü. elime alıp sevmeye başladım. kahveden bir adam yanıma koştıu. arkadaşım seksen lira veririm bana ver ! otobüs parası otuz lira. seksen çok para. kuş parayla satılır mı, pirelendim bunda bir iş var. biri daha geldi. arkadaşım kandırıyor seni , bu kuş en az 150 lira eder!. cebeci istasyonunun yanında 130 liraya beyaz güvercini sattık, terminale koşup, trabzon a döndük.
    bir kaç yıl sonra ankara ya yerleşmiştim, bir gece evde yoktum, sabah eve geldiğimde , evin önünde iki otobüs. ankaragücü maçına gelmişler, kapıyı kırıp içeri girmişler, halı kilim, buldukları her yere uzanıp yatmışlar, yetmemiş , kilimleri apartmanın merdivenlerine çıkartıp , on- onbeş kişi de orda uyuyakalmış. tam bir felaket! aaaa gara nihat gelmiş diye ayaklandılar, sarılacağım, sarılamıyorum, hoşgeldiniz diyeceğim , diyemiyorum.bu belayı başımdan nasıl atayım, hepsi arkadaşım. bir kaç yılda, kitaplığımda üç yüz, dört yüz kitap taşımıştım, değişen sadece bu hayatımda. içlerinden biri ne yazıyor gara bu kitaplarda dedi, bilmem dedim. hepsini okudun mu? eh işte ?
    ... topluca maça gittik. maratonun yarısını polis bize verdi.. ne olduysa bizimkiler yan tribüne saldırıya geçti. tribün boşaldı. polis çember kurarak bizim tribüne saldırıya geçti, dairenin içine sıkıştırdı, joplarla maçın henüz başında bizimkileri stadın dışına çıkarttı. koskoca tribün boşalmış, nasıl olduysa polis bana dokunmamıştı, ben de eskisi gibi taraftarın ortasında başrollerde değildim artık. o boşalmış tribünün tam ortasına gidip tek başıma oturdum. ankaragüçlüler tek kişiye dahi tahammül edemedi, saldırıya geçti, kımıldamadan, yerimde oturdum. iki sıfır yenildik, zaten ankaragücü ne şansımız tutmuyordu.
    aynı mahalleden birlikte top oynadğımız arkadaşlar, ilerleyen yıllarda şampiyon trabzon kadrosunda efsaneleşti, hikayelerini gazatelerden okudum. milliyet gazetesi spor servisinde her pazar akşamı , yıldız değerlendirmeleri geliyordu, gizlice , trabzonspor un ,akçabaat sebatsporun tüm futbolcularına üçer yıldız koyuyordum. bir de milliyet gazetesi yılın sporcusu anketi düzenledi., milliyet in onbinlerce iadesi depoda duruyordu, tek tek kuponları doldurup, şenol güneş adına kutuya attım, o yıl şenol güneş yılın sporcusu seçildi.
    holiganlık bir gençlik hastalığıdır onu kimse tutamaz. bu hastalığı birçok kirli politakacı , kirli işadamı kullanıp,kahramanlıktan, pay ister, zaferin gölgesinde kirli hayatlarını , kirli paralarını temize çekerler, bu yüzden trabzonspor dan soğudum. hiç kuşkunuz olmasın, osmanlı ordularındaki genç levendler de aynı azgın alevli heyecanları duyuyordu. bu gençlerin ateşi dindirmek için anadolu da binlerce dergah açıldı, yüzlece tarikat kuruldu, bu ateşi dindirmek , ehlileştirmek için. o gün, padişahlar kullanıyordu bu genç alevi...bugün futbol heyecanıyla gençlerin delirmiş alevini büyük işadamları kullanıyor. trabzonspor böyle oldu, tüm futbol takımı tarihi böyle oldu. bizler gençtik, kudurmuş delilerdik, gerçekten, tanrı nın yarattığı hayvanlar gibi sahici vahşilerdi, birileri bu vahişiliği kullanıp köşe oldu., olmaya da devam edecek. kitaplarımdan bunu öğrendim, bu yüzden trabzonspor luluğuma rağmen, yazarlık hayatımda tek bir futbol yazısı yazmadım.
    ben 13-14 yaşındayken kalearkasında top topluyordum antremanlarda, maçlarda iki buçukluk yapıyordum, şenol güneş in nasıl iyi kaleci olduğunu bilirim, bazen topu tutamıyor, kalearkasından ben uçuyordum. seyirci kahkahalarla alkışlıyordu bir müddet. çok seviyordum bu alkışları ve bu uçuşları. bazen içimden şöyle bir ses geçiyordu: şenol tutamasın topu, ben uçayım. bunca sevmeme rağmen şenol u neden böyle düşünüyordum? çünkü ben de insanım, ben de alkış istiyorum, bu zafer onların zaferi, bunu çok düşündüm, topu, türk edebiyatının ortasına doğru sürmeye başladım. birgün anasını .ikeceğim diyorum, istanbul daki, edebiyatçı milyonluk eşşeklerin , bakalım...asla başkalarının kahramanlıklarını yağmalamayacağım. ama tarihinin en kötü futboluna rağmen gözüm dalıyor bazen maça, .mına koduğumun uşakları diye gizli, pervasız, allahsız bir sevinç hüzünle dolduruyor içimi. aynaya baktığımda suratımda o günlerden kalma , köpek kıçındaki yarık gibi itliği hala orada görüyorum. ve şimdi çok daha iyi anlıyorum, hepimizin gerçek takımı fenerdir. ibne , puşt , birbirinin kuyusunu kazan orada, arkasından konuşan orada, ruhsuzlar orada... hepimiz fenerliyiz, ruhumuza en uygun fenerbahçe, birgün pendik e yenilir, ertesi gün manchester ı yener. eğer bir takım tutacaksanız, galatasaray ın o klas, centilmen, çok bilmiş, ağırbaşlı havalarına kanmayın, yarın açıkta kalırsınız, biz, birbirimizle dalaşacağımız, küfürleşeceğimiz insanlar olmadan yaşayamayız.

    memleket hikayeleri, nihat genç , syf. yedi-onsekiz arası
    1 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük