..Yola devam ettik. Eve geldiğimizde bir kez daha, insanlar üzerinde peşin hüküm vermemin ve ne kadar insanları tanımaktan nekadar uzak olduğumu anladım. Deniz, çamlıca sırtlarında oldukça güzel müstakil bir evde oturuyordu. Utancımdan, onun gözlerine bakamıyordum. Bir an kendimi ve evimi düşündüm. Pahalı giysiler giyen ben, tek oda stüdyo tipi bir yerde oturuyordum. Tamam, kötü veya utanılacak bir yanı yoktu ama işte görünümlerin iç yüzü ve dışardaki algıların ne kadar yanlış olduğunu vurgulayan tezatlıklara en iyi örnek bendim her halde...
içeri girdikten sonra, nazikçe paltomu aldı ve salona geçmemi söyledi. Kendisi mutfağa geçti ve hazılıklara başladı. Bir an annemin sesi geldi kulaklarıma," erkekler hafif kadınlardan hoşlanmaz" "Of anne dedim. Böyle diye diye beni yetiştirdin, gördük sonuçlarını, lütfen rahat bırak, biraz kendim olayım "dedim. Deniz yanıma geldi, istersen mutfağa gel orda devam edelim dedi. Mutfakta bana biten evliliğinden yurt dışında yaşayan ailesinden ve kendinden bahsetti. Ne kadar düzgün, ne kadar hiç bir şey saklaması gerekmeyen, şeffaf ve net bir insandı. Doğumundan şu anki hayatına kadar hiç eksiksiz yaşadığı hayat bu kadar mı düzgün ve güzel olurdu. Bir an kıskandım, bir erkek olarak nasıl doğru düzgün ve yara almadan bu yaşlara gelmişti. Bense bir kadın olarak niye hep yara almıştım? "Daldın yine" dedi sonra yemeklerimizi yemeğe başladık...
Akşamı öylece bitirdik. Bana telefonunu verdi, Bir haftalğına yurtdışına çıkması gerektiğini söyledi ve dönünce tekrar görüşmek istediğini belirtti."Ben tabii niye olmasın dedim" ve arabasıyla beni eve bırakırken yarım yamalak bir hoşcakal öpücüğü verdim ve ayrıldık....
Sonraki bir hafta Deniz'le yoğun mail tırafiğiyle geçti. Sabah günaydın mesajı, akşam iyi geceler diyene kadar hiç aksatmadan ve sürekli anlatarak geçiriyordu..Biraz boğulur gibi olmuştum, nasıl bu kadar anlatacak şey buluyordu, duyguları hiç yorulmuyor muydu bu adamın? Sabahtan akşama kadar nerdeyse kırk posta yazıyordu. Ben ise hepsini okumak yerine, bir baştan bir sondan okuyup, geçiştirmeye çalşıyordum. Aramalarında ise, genelde onu dinleyip, kendim başka şeylerle meşkul oluyordum. Bu bir hafta içinde bebeklinden şu ana kadar olan tüm resimlerini, ailesinin resimlerini, gittiği yerleri, hoşlandığı hoşlanmadığı her şeyi benimle paylaşmıştı..Adam bana fena utulmuştu sanırım, içimde bir acı belirdi..Babamın anneme söylediği bir söz ve onu incitmesi aklıma geldi."Senin bu kadar mükemmel görünüşünün altında bir buz dağı olduğunu nasıl anlıyamadım".. Evet ben de sanırım böyleydim hep soğuk ve hep ulaşılmaz. Bu adamla durumu niye bu kadar saçma sapan hale getirmiştim, niye baştan işlerin buraya gelmesini engeliyememiştim? Onu arkadaş olarak seviyordum, bir kadının bir erkeğe hissetiği şekilde içimde bir şeyler hissetmemiştim ve hissedeceğimi de sanmıyordum. Bu olunca olacak bir şeydi, sonradan,zorlamayla olucak bir durum deildi...
Perşembe akşamı eve döndüğümde, telefon açtı. Biraz gergindim ve ters cevaplar vermeye başladmı. "Sadece sana bir şiir yolladım onu oku" dedi ve kapadı. Kırıldığını anlamıştım ama fazla da önemsemedim. Bilgisayarımı açtım ve şiiri okumaya başladım.
Hüzünlerin ötesinde,
Keşke öpebilsem acılarını,
Bıraksan kendini, benim düşlerime,
Tanrılarımı göstersen sana, Olimpus'ta
Acılarını bırak diyarlarımda, sahibi ol buraların,
Sevilmenin hazzını yaşa.....
Okuduktan sonra, beni asıl ilgilendiren demek istedikleriydi. Bu bağlanma arzusu beni daha çok sıkmaya başladı. Kafamdan geçenleri ona anlatmalıydım. Başladım anlatmaya, onu nasıl arkadaş olarak gördüğümü, onunla bir beraberlik için onun hissettiklerini hissetmediğimi, yanlış yaptığımı ve bir sürü kalp kıracak, insanı ziyan edecek açıklamalar..Gönder dedim ve gönderdim. Derin bir sessizlik, ne bir mesaj, ne bir mail ne de arama. iyi ya dedim, benim istediğim buydu. Bu muydu? Bu kadar güzel paylaşan, bu kadar düzgün bir adamı, bir dakika önce harcamıştım. Niye? Ona karşı bir çekim hissetmedim diye. Suçluluk, kibir ve yaptığım yanlışın ne kadar büyük olduğunu anlamıştım ama iş işten çoktan geçmişti. Onu aradım açmadı, mesaj bıraktım. Tekrar özür mesajı yazdım, dostluğuna ihtiyacım var diye, lütfen dedim, lütfen......
Sonraki bir ay boyunca Deniz'i bu düzgün adamı kaybetmenin sıkıntısıyla geçti. Ne aradı ne sordu, sanki hiç yoktu evine bile gittim her yer kapalıydı. içimde ki sıkıntı,amaçsızlığım ve ne istediğime bir türlü karar verememe durumum benin gün geçtikçe daha da mutsuz bir hale geliyordu. Dış görünüşü muhteşem, albenili bir hediye kutusu gibiydim. Ama içi, bozulmuş ve küf kokuyordu. Bense etrafa bu koku yayılmasın diye, daha şuursuzca kahkahalar atıp,daha neşeli görünmek için elimden gelen tüm enerjimi ve cazibemi kulanıyordum.
Bu yalan dünyamın kurmaca senaryolarıyla ilerlerken hayatımda, birden karşıma biri çıktı. iş yerine Dubai'den gelen yeni müdürümüz Emre Bey...
Cazibeli konuşmasıyla bakışlarıyla, hereketleriyle bir insanı alıp götüren kendine muhtaç bırakan bir tipti. Düzgün ve atletik bir vücut,avrupai bir görünüm, düzgün yüz hatları,kendine aşırı güvenen havasıyla benim de cazibe merkezime girmesi çok uzun sürmedi. Yeni uğraşım ve hedefim beliydi, tüm zamanımı işte onunla dip dibe çalışarak geçiriyordum. Onun yanında başka kadın çalışan görmeye tahammül edeiyordum. Ne iş olursa olsun, benimle ilgili olsun yada olmasın, herşeye koşturuyordum. Kısa sürede onun ilgisini sanırım çekmiştim. Bunu kadınsı güdülerimden çok kolay anlıyordum. Çalışırken yan yana olduğumuzda ki gerilim, hoşnutluk ve heyecanı hissediyordum. Bunu artık bir yarışçı edasıyla yapıyordum. Kendime daha iyi bakıyor, spora gidiyor, yeni bir beslenme programıyla daha da dinç ve hoş gözüküyordum. Emre Bey'den 8 yaş büyük olmama rağmen, hiç göstermiyor aksine daha genç duruyordum....
içimdeki kara dedikleri ne güzel büyütüp besliyordum , kendim bile şaşırmıştım buna. Kendimden bu kadar uzaklaşıp, ruhsuzlaşıp,duygularımı ve yaşamı bu kadar inkar edip anlık zevklere ve dürtülere kendimi kolayca bırakıvermiştim. Sonunu bilmediğim eğlenceli, kıvrımlı heyecanlı bir yolda koşarak ilerlemek istiyordum. Arkamdan kimsenin gelmesini, beni yolumdan döndürmesini istemiyordum. Birden 17 yaşıma döndüm. Kollejli arkadaşlarlarımla eğlenmeye gidecektik, annemden güç bela izin almıştım. Makyaj yapmıştım, yaşıma uygun hoş giysiler giymiştim. Annem "bu halinle kötü kadınlara benziyorsun, çıkar onları " dedi. Bense hayatım boyu ne olafı unuttum, ne de öyle giyinmekten vaz geçtim..
Bu akşam Emre'yle randevumuz vardı. Dün iş yerinde akşam beraber son işleri toparlarken" yarın akşam yemeğe çıkalım ne dersin dedi?" Eve gelince akşam için detaylı bir şekilde hazırlandım. Uzun zamandır bu anı bekliyordum ve nihayet bu anın keyfini ve tadını çıkarmaya hazırdım. Emre'nin duygusal ve nazik bir yapısı yoktu, işe yaklaşımında ki tizizlik, katmanlık ve detaylı yaklaşım tarzı, bire bir ilişkilerinde bulunmuyordu. Akşamki yemekteki yakınlaşmadan sonra, detaysız, sorunsuz bir ilişki istediğini söyledi. Bense zaten çoktan böyle bir şeye razı olduğumu( içimden : sen ne dersen zaten kabulüm, istediğin kadar aşşağıla ben yine orda olcağım dedim) benim cephemde hiç sorun olmadığını söyledim....
Onunla iki aydır sorunsuz bir şekilde görüşüyorduk. Kimi zaman benim evimde, kimi zaman onun evinde buluşuyorduk. Bu buluşmalardan sonra evime döndüğümde yada o ayrıldığında, kendimi berbat hissediyordum. içimde ki karanlıklar yer yüzüne çıkıp sanki bana bağırıyorlardı. Öyle değersizleşip, öyle hissizleşiyordum ki duygu namına bir şey hissetmemek için var gücümle, her şeyden kaçıyordum. Ama nereye kadar kaçacaktım, nerde bir çöküş anım olcaktı bunun geleceği günden korkuyordum..
Sonraki aylarda da ilişkimiz aynı şekilde devam etti. Bir gün Emre'yle bir şeyler atıştırırken, hiç yapmadığım bir şeyi yaptım ve" biraz daha bana zaman ayırır mısın , farklı bir şeyler paylaşmak seninle hayata dair sohbetler etmek istiyorum, ne dersin" diye sordum. O bakışlarında ki buzluğu, karanlığı anlatmak sanırım imkansızdı. Bakışlarında ki küçümseme ve kızgınlık ise benim kalbimi parça parça etmişti ..Kırılmış ve un ufak olmuştum. Aynı bakışı babamda da görmüştüm. Dört yaşındaydım. babamın Fransa'dan getirdiği ayının gözlerini çıkardığımda, babam çok kızmıştı".Bir daha oyuncak falan yok sana" demişti. Bense kalbimdeki o ağır sızı ve acının o günlerde ki anlamını bilmiyordum ve içimden," ben oyuncak istemiyorum, gerçek arkadaşlar istiyorum, sokağa çıkıp oynamak istiyorum dedim" ama içimden dedim.. Emre' de o bakışlarındaki ağır ifadelerden sonra, böyle detaylı ve yakın bir ilişki içine girmemden dolayı kendisinin yaşadığı rahatsızlığı anlatıyordu. Bense içimden sorun yok Mine, güçlü ol, sakın ağlama, muhteşem bir gülümseme yapıştır yüzüne dedim. Sakince gülümseyerek banyoya gittim ve hala gülümseyerek aynaya baktım. Yine gülümseyerek ve ağzımı tutarak, elimi ıssırarak ağlamaya başladım. Elimi öyle ıssırmıştım ki, kanamaya başladı. Yüzümdeki rimeller akıyordu, ben ise kendimden geçmiş delice gülüyordum.. Emre içerden sesleri duymuş, herşeyin yollunda olup olmadığını soruyordu, kapıyı kiltlediğim için açamıyordu. Son bir gayratle ve sırf onu kaybetmemek için, kendimi toparladım, yüzümü yıkayıp kapıyı açtım.
Çok iyi olduğumu ve biraz kendimi rahatsız hissettiğimi söyledim. Yüzü garipti, ne" nasılsın ne de bir şeye ihtiyacın var mı" bile demeden çekip gitti. Öylece kala kaldım. Hepsi buydu işte. iki ay bir haftanın muhteşem özeti bu kadardı.. Tüm benliğimle ve tüm yalnızığımla ben, şu an durduğum yerde duruyordum..Sanki her şeyin merkezindeydim ve tekrar toparlanacakları gözden geçiriyordum. Her şey kontrol altına alına bilinirdi aslında, yoksa mümkün deil miydi? Ufak bir sinir kıriziydi işte, gelip geçici sorun edilecek bir şey yoktu, niye büyütsün ki dedim. Sonuçta her halimle görmemişmiydi beni?
Bir an karar verdim, bu anlamsızlıklara son ver vermeliydim ve yaşamı benim için değerli kılmak için, yapabileceğim tek şey, onu sonlandırmaktı. ilaç dolabımdan ilaçlarımı aldım. Hepsini tek tek yuttum, daha henüz bir şey olmadan, zihnim bendeyken Deniz'i aradım. Açmayacağına emindim ama açtı." Efendim Mine nasılsın" dedi, berrak hayat dolu kocaman sesiyle, sanki bir şey olmamış gibi.. Biraz miğdem bulanmaya başlamıştı, hafiften da sanki narkoz etkisi tüm vücuduma yayılıyormuş gibi hissetmeye başladım.
"iyiyim Deniz, aslında iyi deilim biraz hastayım, seni merak ettim. Birde özür dilemek istiyorum işte" dedim..Deniz, biraz düşündü ve " önemli deil Mine. Sorun, üstüne aniden gelmemdi, kimseyi zaten kendime aşık edemiyorum" deyip, güldü.." Deniz bilyor musun" dedim, sesim bir fısıltı gibiydi artık, "sen aslında aşık olunacak kişisin ama doğru kadını seçmiyorsun "dedim. Güldü ama" ne var Mine niye sesin çok kısıldı, iyi misin sen "dedi? Tekrar "iyiyim saol" dedim. Ama gözüm karardı ve telefon elimden düştü...
Gözümü açtığımda hastanedeydim, babam yeni eşi ve Deniz yanımdaydılar. Babam çok üzgün görünüyordu. Tekrar onun küçük kızı olmayı ne kadar çok istediğimi düşündüm. Kafam bu kadar kötüyken zihnimim bir noktası ne kadar berraktı, nasıl o acıyı ordan al der gibi bana pencerelerini açmıştı.
Onyedi yaşımdayken babam bizi bırakmıştı, daha doğrusu, artık kendi hayatını yaşamaya gittmişti. Annemle ben yalnız başımıza bir hayatı paylaşıp, tüm yükü bir birimize atıp rahat etmek istemiştik ama kimse kimseye o yükü atamamıştı..
Deniz'in sesiyle kendime geldim."Mine keşke yapmasaydın dedi, keşke daha önce arasaydın, bir mail falan atsaydın, mutlaka yanında olurdum " dedi. Ona" olacağını biliyorum canım, ama ben buna değmem ki" diyemedim. Sadece elimi uzattım ve oda müthiş bir enerjiyle sıktı..
Deniz ve babamın yeni eşi bizi babamla baş başa bıraktı. Babam nerden başlayacağını bilemiyen biri olarak, bir iki boğaz temizlemesinden sonra, hal hatır sormalardan sonra ama asla gözlerime bakmadan," nasılsın kızım " dedi? kızım? Nasıl güzel bir soruydu, nasıl önemliydi. Nerden geldiğini ve kim olduğunu, hayatta önemsendiğini ne güzel bu iki kelime anlatıyordu..
iyiyim babacım, çok iyiyim. Yıllar önce tek edip gittiğinden beri çok iyi durumdayım. Hep doğruyu arayıp yanlışı yapıyorum, içimde ki adam özlemini sonlandıramıyorum. Çünkü o adam sevgisinin temelinde yatan sensin ve ben o sevgiyi hiç tatmadığım için, doğru sevgiyi inşa edemiyorum, sonra o kadar yalnız bıraktın ki bizi ve o kadar sevmedinki, annmem sevgisizliği kendi suçu gibi görürken,ben başkalarının babalarına sevdirdim başımı. Kırk yaşıma geliyorum ve çocukken içselleştiremediğim baba sevgisini ,aile sevgisini arıyorum hala.. diyemedim.
"Teşekkür ederim, seni yormak istemezdim", üzgünüm dedim.
Gözlerine ceasaretle ve derin bakınca gördüm ki, içimde ki acıyı yada zehiri adı her neyse aslında akıtmama , söze dökmeme onu incitmek için uğraşmama hiç gerek yokmuş. Gözlerinin içindekiler kendi acıları, kendiyle hesaplaşmaları ve bakışlarında ki cesaretsizlikler her şeyi öyle güzel anlatıyordu ki...Kişinin kendi intikamı kendinden alması sanırım en dayanılmazıydı..
O bir yerlerde hep o intikamı alacak kendinden.Yarım bırakılmış, tamamlanmamış bir ailenin kendisinde bıraktığı suçlulukların, intikamı.
Hastaneden çıktıktıktan sonra, bir süre tedavi olmam içik izin aldım. Ruhumun iyileşmesi, kalıntılarını temizlemesi ve acılarımın bitmesi için. Bu süreçte Deniz hep yanımdaydı. Aşk böyle bir şeydi işte, sebepsiz, sorgusuz nedensiz bazen hiçsiz sizin içinize düşerdi....
Bana bebek adımlarıla, karanlıkta yürümesini öğretmeye başladı. Hayatımda ilk defa hissetmeye başladım. Hisselerin ne kadar önemli olduğunu kavradım. Bir dokunuşun bile beyine kadar çıkması, ürpermeyi ve duyguların akışını hissettim.
Yağmurda, karda, fırtınada, güneşte her şekilde yürüyorduk, konuşuyorduk ve ben hissetmeye ,kendimi oluşturmaya çalışıyordum.. Oda tüm penceresini ve yüreğini, içinde ki güzelliklerini bana açmıştı.. Bir erkekle paylaşımlarımın bu güne kadar ne kadar az ve sığ olduğunu onunla paylaştıklarımızdan sonra anlıyordum. Bir adamın her şeyi olmak ne kadar da muhteşemdi, dünyada ki var olmak deneyimim kesinlikle onun yanında olmak ve onun bana kendi penceresinden sunduklarını sabırla ve sevgiyle kabul etmek ve kendimi ona gerçeklerimle vemekti..
Çalışmadığı zamanlara, gecelerimiz gündüzlerimiz bir birinin içinde akıp gidiyordu, onu tanımak, benim için hayata yeniden gelmekti.Olmazlar ülkesinde onu bulmuştum ve kaybetmek istemiyordum..
Aşkın ne olduğu, bunun aşk mı olduğu yada olmadığı benim çokta umrumda deildi. Bu neyse neydi, tarifi yada şekli veya nasıl olduğunu anlatamazdım veya açıklayamazdım. Tek bildiğim bu duygudan hep kaçmış olmamdı. Bir bütün olma, bütünü oluştururken ki hassasiyet ve denge bizi biz yapan şeylerdi. Tek korkum, tek acım onu Deniz'i sıkıp eskiye dönüp herşeyi mahfetme olasılığımın olmasıydı. Zaman zaman bu korku aklıma gelsede, artık buna inanmıyordum. Sislerin arkasından tanımadığım bir kadın bana bakıyordu ama ben o kadına el sallamak ve yeni beni gösterip gururlanmak istiyordum.Yeni ben kolay oluşmuyordu. Onu tüm yanlışlarım ve hatalarımdan, temizleyip ışığa çıkartmıştım ve ona özenli davranmak için ve onu eski benden uzak tutmalıydım....
Ben, aşka yaklaşan ben, yeni bir iklimin içinde,yeni duygalarla sevdiğim ve güvendiğim adamla hayata devam ediyordum..
Bu hayatın muhteşem yada kusursuz olmasını beklemiyordum ama sevilmenin ve sevmenin, ne özenli olduğunu biliyordum. O özeni korumanın ve kendimizden oluşmuş kozanın muhafazanın da çok kolay olmadığını biliyordum.. Bana bir şey dediği zaman heyecanlanmanın, onu beklerken bulduğumda kendimde ki korkularla uğraşmanın ya vazgeşerse, ya başkası çıkarsalarla boğuşmanın, aslında ona özel olmak için her gün kendime bir şeyeler katmanın lezzetini farkındaydım...
Bu farkındalıklarımla, Deniz ile benim aşkım böylece zamanlara iz bırakarak akıp akıp gitti. Biz bu izlere hep dönüp baktık.......
Evet burdaydık, yaşadık, geçtik diye..