Ankara'daki siyasal polemiklere baktıkça, bendenizin aklına çocukluğumdaki ortaokul argosunun tekerlemeleriyle, hela kapıları arkasındaki yazılar geliyor:
Ona öyle demezler
Peynir ekmek yemezler
Ben de seni domaltmazsam
Bana adam demezler
* * *
Yahut hela kapıları arkasındaki ünlü laf oturtmalar:
Bunu yazan tosun
Okuyana kosun
Hemen altında bir yanıt:
Bunu yazan molla
Tosun kendini kolla
* * *
"Ulan" sözcüğünün, "oğlan" sözcüğünden kökenlendiği ve "oğlan" sözcüğünün de, "lutilik-livata" gibi eşcinsellikle ilgili kavramların kapağı altındaki pasif bir erkek çocuğunu etiketlendirdiği; o nedenle de, önüne gelenin üstüne çullandığı güçsüzlerin, "şamar oğlanı"na, "hamam oğlanı"na benzetildiği hatırlandığında; "kadın-erkek" dengesinden yoksun Şark dünyalarının, çağdaşlaşmaya özendikleri zaman niçin suyuna tirit bir anomaliye uğradıkları daha kolay anlaşılır.
* * *
Bu tür dünyaların ekonomik boyutlu röntgenlerini, büyük ekranlarda ön plana çıkarmak da, "sınıfı sınıfa düşman etme" suçlamasıyla barikatlandığında, bütün atıp tutmalar "lafına laf oturtma" yarışlarına dönüşür ve siyasal tablo, birkaç halk deyimiyle çok rahat özetlenebilir:
* * *
Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı.
Yahut:
Tut kelin perçeminden.
Yahut:
işe mi koşuyoruz, boşa mı koşuyoruz.
* * *
Kamu Hukuku Doktrinleri'ne göre, "devlet" kavramının çağdaş bir tanımlamadan yoksun bulunduğu bir siyaset çorbasında; Ankara'da "seçilmişler"inkiyle, "atanmışlar"ınki diye 2 ayrı devlet bulunduğundan kuşkulanmak da çok doğal olur; erkek erkeğe kahvelerinin, smokinlerle şıkıdımlaşmışına benzeyen üst düzey resmi resepsiyonlarda, kadına rastlanmayışı da...
* * *
Lafına laf oturtma yarışı, Osmanlı döneminden kalma bir top sözün de kampanasını tıngırdatmakta:
Uslub-u beyan, aynıyla insan...
* * *
Vaktiyle istanbul Darülfünun Emini, yani istanbul Üniversitesi Rektörü'yken; gereksiz, diye fesinin püskülünü kestiği için, lakabı "Püskülsüz ismail Hakkı"ya çıkan, ismail Hakkı Baltacıoğlu -ki adı ismail'i de Ismayıl'a çevirmişti- insanların kalite düzeyini anlamakta en iyi testin telefon konuşmaları olduğunu söylerdi.
* * *
Telefon çalar, burjuvalaşmışlık tornasından hiç geçmemiş kalın bir ses:
- Neresi orası, diye sorar.
Sen de:
- Sen kimsin, sen neresini arıyorsun, diye sorarsın.
Ses devam eder:
- Filanca orada mı?
- Öyle bir kimse yok burada, yanlış bir yer aradın sen, dersin.
Özür mözür dilenmeden çat diye kapanır telefon.
* * *
Bazen de süzülmüş bir ses:
- Ah afedersiniz, sizi rahatsız ediyorum, diye başlar konuşmaya.
Ve devam eder:
- Türkiye'de neden hiç gergedan bulunmadığı konusundaki görüşleri alıyoruz da; sizin de bu konuda ne düşündüğünüzü öğrenmek istedik.
Sen de gülerek:
- Ya siyasete atıldıkları, ya itibarlı bir makam sahibi oldukları için, yokmuş gibi görünüyorlar, dersin.
* * *
Telefon konuşmaları, TV konuşmaları, kürsü konuşmaları...
Bir de her belediye, AB üyesi bir ülke belediyesiyle bir "kardeşlik" ilişkisi kursa ve yapacağı bir kıyaslamada kendisindeki eksikliklerin listesini açıklasa...
Gazeteci dostlar da, 25 yılda ödenen toplam faiz tutarının 433 milyar dolar olduğunu anımsatarak, sürekli faizleri ödenen borçların nerelere harcanmış olduğunu büyüteç altına alsa...
Çağdaş bir realizmle şeffaflık, etlenip kemiklenmeye başlamaz mı?
* * *
Lafına laf oturtma...
Kodum mu oturturum...
Sen hiç komaya kalkma, ben seçilince otururum.
* * *
Buraya bak, sen artık altına ediyorsun...
Yok yahu, senin ağzın dururken mi?
* * *
Ortalıkta ne anlayış, ne tahammül, ne de insaf kalmadı.
Boşa koyduk dolmadı, doluya koyduk almadı...