Onun bakışlarında buzlar erirdi. Aramızdan camlar kalkardı.
Ben "mucize" der ürkerdim, o cebime kıpkırmızı bir elma koyardı.
Dudak kıvrımına kıvrılır yatardım. "Serap görüyorum" derdim, inanıp inanmamak arasında kendimi bir salıncağa atardım.
Sonra hayal mi gerçek mi salınımları bırakıp kendimi salıncaktan atardım.
"ipi kopmuş bir uçurtmayım" derdim kendi kendime ve bunu uçurtma için en güzel uçuşun, ipi kopuk olabileceğini düşünürdüm.
Bazıları buna "düşme hali" diyebilirdi. Ağaç dallarına ya da elektrik tellerine takılmadan önceki düşme hali.
Umursamayabilirdim.
Onlar benim elma büyüsünde olduğumu, onun yüzünden başka bir şey görmediğimi,
saatlerce onu seyretmenin, ondan söz edildiğinde, asla dolmayacak bir kuyu açlığıyla dinlemenin ve dolup dolup geceleri oyalanmak için eşek kulaklı bir kralın hikayesini sabahlara kadar ezberden tekrar etmenin nasıl bir şey olduğunu bilmeyebilirlerdi.
Sorsalar söylerdim "vallahi" derdim "ben de bilmiyorum bu kadar derine tüpsüz nasıl daldığımı göğsümde bir ağırlık hissetmeden''.