türkiye'de olan biten şeyleri daha farklı bi pencereden algılayalım. mesela medyayı ele alın. ekonomi bilimi okullarda sanki bir fizik kimya bilimi gibi somut bir şeymiş gibi anlatılır. ama ekonomi çok sosyal bir bilimdir esasen. insan faktörü en önemli değişkenlerden birisidir. lakin, ekonomi'ye giriş derslerindeki ilk varsayımlardan birisi, insan değişkenini "rasyonel insan"a sabitleyip, o değişkeni ortadan kaldırmaktır. yani iki bilinmeyenli denklem çözerken x'i 0 alıp y'yi bulmak gibi düşünebilirsiniz.
şimdi, insan faktörünü değişken olarak kabul edip, onun üzerinde oynanan oyuna konstantre olalım. komplo teorisyeni değilim. ama gözlemime göre bu şey çok gerçekçi.
türkiye'de son 10 yılda olan şey ve dün gece itibariyle patlayan sözde ekonomik büyüme ve istikrar üzerinde medya faktörünün etkisi.
önce dün akşam ne oldu? dün akşam, merkez bankası, paramızın bekledikçe kazanacağı para miktarını arttırdı. yani, bir nevi ona bir değer katarak, yabancı paralara göre değerini artırdı. mesela, artık elinizdeki bir lirayı vadeli bir mevduata yatırınca eskisine göre daha çok para kazanıyorsunuz. e hal böyle olunca, türkiye piyasalarındaki aktörler, yabancı parayı bırakıp türk parasına yönlenecektir. dolarını satıp, yerine türk lirası alacaktır. hal böyle olunca, TL'ye talep artacak, bu da üzerinde talep olan her ürün gibi onun fiyatını artıracaktır. şöyle düşünün, kristiyano ronaldodan dünyada 10000 tane olsa, fiyatı 95 M olmazdı. onun yerine daha düşük bir rakam olurdu.
tabi bu çok geçici bir önlem. çünkü, uzun vadede, faize yatırılan tl'nin bir karşılığı olmalı. e merkez bankası da haliyle bu parayı karşılamak için piyasaya daha fazla TL sürecek, bu da ne demek oluyor: enflasyon... enflasyon demek, karşılığı olmayan para demek bir nevi. yani tıpkı kristiyano ronaldo gibi, bu para denen meret de sayısı arttıkça değer kaybedecek. değer kaybettikçe, satıcı, aç kalmamak için fiyatları yükseltecek(bakkal manav, carrefour her şey).
türkiye'de üretim denilen şey yok arkadaşım. buna tarımdan tutun, sanayiye kadar her şey dahil. başbakan'ın çiftçi'ye ananı da al git dediği günden beri, o üretim bitti. yarı karadenizli yarı egeli biriyim. iki tarafı da gördüm biliyorum. karadenizde insanların ana geçim kaynağı olan fındığın* fiyatını bi yılda taak diye 8 liradan 4 liraya düşürdü bu siyasetçiler. bir ara iş, fındık ocaklarını sökülmesine kadar gitti. sonra gidip, başbakanın danışmanlarının cebine para girecek diye, avrupa'dan bi yerden fındık ithal ettiler. eskiden egede, her yerde uçsuz bucaksız pamuk tarlaları olurdu, artık hiçbirisi yok, bir kısmının yerine apartmanlar dikildi, geri kalanı da mısır tarlası artık. çiftçinin anası ağladı. türk sanayisinde de ben* dışardan gelen parçaları takıp birleştirip araba yaptık bahanesinden başka bir üretim bilmiyorum. onlar da fiyat, pejo, sitröen felan. üretim mi la bu? şu koca ülkenin kendine ait bir arabası bile olmaz mı? hadi telefon, bilgisayar filan gibi mikro teknolojileri geçtim. üretmiyoruz arkadaşım. üretmediğin, ve satmadığın için de aslında yukarda bahsettiğim para fazlası enflasyon olarak dönüyor. çünkü, ülkede sadece kağıt para dolaşıyor. ona relatif olarak değer katan bir şey yok yani.
inşaat ya habibi dediğimizlen, anca müteahhitleri zengin ettik. her yere lüks evler diktik. istanbulu bok götürüyor salak saçma kuleler yüzünden. lan müteahhitsin anladık da, göz zevkin yok. müslüman adamda estetik olur amına koyim, atandan örnek al, bu millet islam'a kubbe yapmayı, ince uzun minare yapmayı getiren millet. biraz güzel bişi yap da inşaat yaptın diyek.
şimdi, insan faktörüne dönelim. bu pembe senaryoların çizilmesi nasıl oldu? sanırım ilk kez aşk-ı memnu'nun yayına girdiği zamanlarda başladı. insanımız, o zamanlardan itibaren tamamen, tüketim odaklı yaşayan, sürekli lüks yiyen içen, giyinen sınıfa özendirildi. behlül ve bihter'in yaşamlarına baktık önce. sonra yaprak dökümü geldi. orjinal kitabında fakir memur ailesi olan aile, dubleks villada yaşıyodu amk. sonra sürekli ve sürekli, yayınlanan ve özellikle orta halli, akşam eve gidince tv izleyen sıradan vatandaşın izlediği dizilerimizde ve programlarımızda (behzat ç ve leyla&mecnun gibi klasikleri hariç tutuyorum)bu lüks tüketim alışkanlığı ısrarla özendirildi. yemekteyiz gibi salak saçma bir şey vardı, insanlar, orada mum ışığında yemek yiyen insan müsveddelerini ve onların "normal evlerdeki lüks yaşantı taklitlerini" gördü, yemekte birbirlerinin arkasından dedikodu yapmalarını izledi. lan israf, dedikodu haramdır amk lan. senin annen, yumurtayı kırdıktan sonra, kabuğunu parmağıyla sıyırıp yağın içine atmıyo muydu pezevenk? bilinçaltından böyle böyle yavaşça zehirlendik. gençler bundan etkilendi, mesela, eskiden olsa, aç kalsan napardın kardeşim, bi iş bulurdun. çalışırdın. lise çağında* ben işe giderim diyen, çalışmaktan ter dökmekten utanmayan kaç genç vardır? onun yerine insanlar, borçlanıp lüks telefonlar almaya başladılar. kimse de senin neyine amk telefon demedi. dünyada maaşından daha fazla parayı telefona yatıran tek millet biziz sanırım. ve bunun sorumlusu, yıllardır üretmeden tüketmeye yönelten siyasi politikalar, bunlarla paralel ilerleyen medya vs her bir şey. benim saf vatandaşım da, ne güzel yedi bunları. ne güzel yedi. akşama kadar kahvede futbol konuştu da, lan ben bu kahvede oturuyom, ben nası yaşıom amk demedi... reza'lardan carttan curttan, araplardan gelen, amerika'daki krizde türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere akan sıcak paralarlan yaşadı gitti, kimse görmedi amk. üretmiyoz diyene vatan haini dedi bu insanlar. ekonomi uçuyor yalanlarını da bööylece yedik gittik.
bakalım neler olacak yakın zamanda. kahin değilim, derinlemesine ekonomi bilmem, felaket tellalı da değilim, ama gidiş biraz şarampole doğru.