Küçük yaşta sıkı bir müzik eğitimi almış, ortaokuldayken Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi'ni inceleyebilecek kadar felsefeye yakın büyümüş, ilerde de Hegel'in diyalektiğine karşılık Negatif Diyalektik'i önermiş düşünür. Hegel her şeyin karşıtını da içinde barındırdığı özdeşliğe dayalı bir diyalektik öne sürmüştü. Adorno ise her şeyin karşıtını içermesinden çıksa çıksa özdeşmezlik çıkacağını, bunun da Negatif Diyalektik'e tekabül edeceğini söyler. Kısaca "her şey kendinden başka bir şey olma hakkına sahiptir". Bizler nesneleri adlandırırken aslında onlara tahakküm uygularız. Kavram nesneyle örtüşmez, ya ona fazla gelir ya da onda bir şeyleri ıskalar. Nesneye asla nufüz edemeyiz, sadece bunu umudedebiliriz. Nesneye daha fazla nüfuz etmek için klasik düşünme yöntemlerini bir kenara bırakmalı ve ele aldığımız nesneyi farklı farklı bağlamlara karışık bir sırayla yerleştirmeliyiz. Böylece önceden gözden kaçan şeyi belki yakalayabiliriz. işte Adorno'nun yazılarını okumak bu yüzden çok güçtür hatta felsefeci değilse kimsenin kendi iradesiyle okuyabileceğini (okumak isteyeceğini) sanmıyorum.
Örneğin bir kalem üzerine yazacaksınız. Descartes (ya da pozitivist eğitimden geçen her insan) şöyle söyler: "Bu; 15 cm uzunluğunda, 5 mm çapında, 12 grlık ahşap, siyah boyalı bir kurşun kalemdir."
Oysa Adorno; "Bu; kapitalizmin iyice vahşileştiği bir dönemde seri üretimden çıkmış zavallı bir metadır. Onla lirik şiir yazmak tarihteki kölelerin hayaletlerine hakarettir..." diye başlar ve kimbilir nerden çıkardı.
Genelde herhangi bir yazısını ilk 3 okuyuşta hiçbir şey anlaşılmaz. Sonraki 3 okuyuşta yazı yavaş yavaş bir şeyler ifade etmeye başlar. Daha sonraki hamlelerde ise yazı birden bire öyle bir aydınlanır ki çekilen onca acıya değer doğrusu. Bir de son derece tutarlı olmasına rağmen Adorno'nun yazılarını ve fikirlerini özetlemenin neredeyse imkansız olduğu konusunda bütün düşünürler hemfikirdir.