Genç kiz psikolojisinin o zamana kadar bilmedigim bu yeni tezahürünü de
ögrendim ya, bunu sevgilimde denemek arzusuyle içim simdi büsbütün vik vik
eder. Ikinci kati üçüncü kata baglayan merdivenin o tünel gibi karanlik
yerine gelince, belinden söyle bir kavrasam derim, kavrasam ve ahu dudu
gibi bugulu dudaklarini, hayir hayir dudaklarini geçtik, yanagini, evet
sadece yanagini yahut mis gibi sampuan kokan saclarinin bitip de trasli
ensesinin basladigi o nispeten mahzursun mahalli, söyle bir kerecik olsun
öpebilsem. Filimdeki kiz gibi hoslanir mi dersin. Yoksa silkinip tokadi
çarpar mi yüzüme... Bir an körpe teninin tuzunu dudagimda, bes parmaginin
izini yanagimda duyar gibi olurum. Kizinca kimbilir daha da güzellesir
kafir... Topugunu hiddetle yere vuracak, burun kanatlari titreyerek:
"Siz beni ne sandiniz?" diye haykiracaktir. "Ben kendimi bugüne kadar
kimseye öptümemisimdir. Vous comprenez?" "Oui matmazel je comprend,
Excusez-moi. Iradem elimden gitmistir. Bir miknatisla çekilmis gibi...
Kuvvetli bir firtinanin sürükledigi aciz ve iradesiz bir yaprak gibi... "
Ve ben böyle, hayali suçuma romanlardan ezberlenmis özür cümleleri
hazirlayincaya kadar merdivenleri çikmis, sofayi geçmis, çoktan odaya
girmis olurduk.
Günlerden persembe ise eger, öbür çocuklarin hepsi de izahli müzik seansini
dinlemek için içerde beklesmektedirler. Linowsky henüz mutfakta
bulasiklarini yikadigindan, biz kendi aramizda sohbete dalariz.
Bu sohbetlerin bas hatibi de Siranus'tur. Bir de lafebesi mübarek, kimseye
agiz açtirmaz. Yok Abdülhak Hamit, Esber'i bir Ermeni sairinden almismis.
Yok William Saroyan'in üstüne muharrir, Rupen Mamulyan'in üstüne de rejisör
çikmazmis. Ya Alexandre Dumas'in üç silahsörlerindeki meshur Dartanyan'i
Ermeni yapisina ne buyurulur.
Mathildacik bu saçmalara gülümser, agzini hafif çarpitan ve kendine çok
yakisan o kraliçe tebesümü ile gülümser, sonra sert bir bas hareketiyle
saçlarini geri atip, Conferancia'larin durdugu etajere dogru segirtir.
Kizlar ordan burdan bir miktar çan çan ederler. Derken laf döner dolasir bu
sefer de Linowsky'de karar kilar. Niçin daima böyle nesesizmis? Neden yüzü
hiç gülmüyormus?
Babasi doktor olan Atifet:
"Sakin verem olmasin." diye endise eder. "Baksaniza günden günde
sarariyor."
Yeni ögrendigi bir tangoyu piyanoda tek parmakla çikarmaga çalisan Ilhami:
"Turp gibi herif." diye teshis kor. "Bir seycigi bile yok."
Siranus da ayni fikirdedir; "l" leri bermutat kalin telaffuz ederek:
"Nostalgie" der. "Baska hiç bir sey degil, malümunuz bu müzisyenler fazla
sentimental olurlar."
Mathilda simdi mecmualari birakip tekrar munakasaya karismistir. Bir gün
dahi boynundan eksik etmedigi ve içinde sevgili mamaciginin resmi bulunan
yürek seklindeki madalyonuyle oynayarak:
"Hayir, hayir" der. "Il est un petit genie meconnu. O küçük çapta bir
dahidir. Anlasilamamaktan müteessir."
Ve küçük çapta dahi o sirada ellerini kurulayarak bitisikteki mutfaktan
gelirdi. Sirtinda koyu siyah ceket, bacaginda yine dizleri çikmis o zibidi
pantolon ve ayaginda beyaz getrler, ille de ille o getrler.
Surat bermutat asik, kaslar çatik. Ama hava güzelmis, bahar geliyormus,
bunu kanlarinda sezen kizlar odada itis kakis, fingirdesiyormus. Herifin
umuru degil. Gül bre Allahin kulu bir kerecik olsun gülümse söyle. A-ah,
istese de beceremeyecek. Yüz hatlari ihtimal ki gülme nedir unutmus. Hele
gözler, o üzgün bakisli gök mavisi gözler... Bu gözler sanki:
"Çalis, didin, ugras! Sanatin evci balasina ulas. Peki sonra? Netice?" diye
sormaktadirlar. "Bütün bunlar ergenlikli orta mektep talebelerine saati
dört liradan iskala yaptirmak için mi idi?"
Bezgin bir ifade ile üst üste kapanan mor dudaklarsa:
"Ne yaparsin kardesim." der gibidirler. "Kaderimizi yasayacagiz. Dünya
budur iste. Insanlar nankör... "
Odur, budur sudur ya... Üstat yine de kizlarin hatirini kiramaz. Mükerrer
israrlardan sonra plak yerine o gün bizzat bir solo geçmeye güç hal ile
razi olur. Bizim gibi hop diye çalacak degil ya, bunun da tetümmati var.
Evvela yün bezlere sarili kemani, Petersburg'taki Ispanyol elçisinin
kendisine hediye ettigi o kiymetli kemani, agir agir kutusundan çikaracak,
kuru çenesini iki gerdanli gösteren bir dayayisla yerine oturtacak, sonra
serçe parmagi havada kalmak sartiyle yayi söyle bir eline alip bilegini
yukari asagi havada bir alistiracak ve nihayet gözünü sureta odanin bir
kösesine fakat aslinda kimbilir hangi hatiranin enginlerine daldirip
konserine baslayacak... Hani çaldi mi da içli çalar dogrusu. Hele
glissandolarda sol kasini bir kaldirisi vardir. Hep iç geçirirler kizlar.
Bu anlarda beyaz yakali mektep önlüklerinin veya ter kokusu sinmis yün
buluzlerin üstüne sipir sipir yas damladigina az mi sahit olmusumdur...
Üstat artik gitgide cosmaktadir. Chopin'in resmi simdi adeta gülümsüyor,
Pawlowa yerinde duramaz olmus, handiyse çerçevesinden firlayip piyanonun
üstünde saheser balelerinden birine basliyacak. Su orta yerdeki sihirbaz
sanki her yay çekisi ile bizi biraz daha dünyadan koparip bulutlara,
semalara yaklastiriyor. Yükselmisiz, yükselmisiz, yükselmis... Artik üç kat
asagimizdaki sokaktan çöp arabalari, çorabi düsük kadinlarm esegini dürten
enginarcilar gecmiyor. Her kapisindan çiplak bir baldir uzanan maruf
mahalle burnumuzun dibinde degil. Yosunlu damlari görünen su meymenetsiz
evler, iplerinde uzun konçlu donlar asili su pespaye balkonlar, çok uzakta,
bambaska bir diyarda.
Sanatin sihirli bir kuvvet, hazretin kendi tabiri ile bir "Magie" olduguna
bundan ala misal mi istersiniz?
Linowsky, ayda yilda teberrüken verdigi bu konserlerde ihtimal ki pedagojik
bir gaye de güderdi. Nitekim hepimizde yeniden alevlenen bir heves. Biz de
günün birinde böyle çalabilecek miyiz? Ah bir çalsam, bir çalsam. Ben de
dinleyenleri söyle bir aglatabilsem. Aglatmayi geçtik, hiç degilse, kendime
güldürmeden çalabilsem.
O gün de geldiydi nihayet... Konser olup da öyle esasli bir sey degil
tabii. Bütün müzik hocalarinin reklam olsun diye talebelerine yaptiklari
konser müsveddesi bir tören. Programda ilk olarak Mozart'in bir quatuoru
vardi. Bunu müteakip konserin tatlisu rengine bir parça çesni katsin diye
araya sikistirilan Atifet'le Ilhami'nin birer solusu. Onlardan sonra sira
Mathildamiza geliyordu, konserin bütün yükünü nahif omuzlarina yüklenen ve
bundan ötürü de bir defaya mahsus olmak üzere hocanin kiymetli kemanini
çalmak mazhariyetine erisen Mathildamiza... En sonra ise konseri kapamak
için muhtesem bir finale; bir finale molstuoso. Bizim teskil ettigimiz on
bes kemanlik sözümona orkestradan Arlesienne suit'i. Idare eden: bizzat
Stephan Alexendrovitsch Linowsky.
Artik bizde bir faaliyet bir kiyamet. Haftada üç gün umumi provalar mi
yapilmiyor, Majik sinemasinin uydurma sahnesi için sairane dekorlar mi
hazirlanmiyor. Mevsim bahara rastladigindan olacak, hoca da bir canlandi,
sade provalarla degil mizansenle dekorlarla akla gelen ve gelmeyen bütün
teferruatla hep kendi ugrasiyor. Hatta afis tekniginin bunca yillik
terakkiyatina ragmen hala 1914 seneleri civarinda kalmis resim gustosuyle
davetiye basliklarini bile bizzat kendisi çizmisti.
Adam kitliginda baski isini bana verdiklerinden artik her gün Ankara
caddesini boyluyordum. Matbaacilarin biri tuvale karton bulamaz. Bir
baskasi yaldiz icin anasinin nikahini istermege kalkar. Davetiyelerin günü
gününe yetisememesi ihtimali belirince, bir aksam sellemehüsselam solugu
hocanin evinde almistim. *