allegro ma non troppo

entry3 galeri
    2.
  1. Genç kiz psikolojisinin o zamana kadar bilmedigim bu yeni tezahürünü de
    ögrendim ya, bunu sevgilimde denemek arzusuyle içim simdi büsbütün vik vik
    eder. Ikinci kati üçüncü kata baglayan merdivenin o tünel gibi karanlik
    yerine gelince, belinden söyle bir kavrasam derim, kavrasam ve ahu dudu
    gibi bugulu dudaklarini, hayir hayir dudaklarini geçtik, yanagini, evet
    sadece yanagini yahut mis gibi sampuan kokan saclarinin bitip de trasli
    ensesinin basladigi o nispeten mahzursun mahalli, söyle bir kerecik olsun
    öpebilsem. Filimdeki kiz gibi hoslanir mi dersin. Yoksa silkinip tokadi
    çarpar mi yüzüme... Bir an körpe teninin tuzunu dudagimda, bes parmaginin
    izini yanagimda duyar gibi olurum. Kizinca kimbilir daha da güzellesir
    kafir... Topugunu hiddetle yere vuracak, burun kanatlari titreyerek:

    "Siz beni ne sandiniz?" diye haykiracaktir. "Ben kendimi bugüne kadar
    kimseye öptümemisimdir. Vous comprenez?" "Oui matmazel je comprend,
    Excusez-moi. Iradem elimden gitmistir. Bir miknatisla çekilmis gibi...
    Kuvvetli bir firtinanin sürükledigi aciz ve iradesiz bir yaprak gibi... "

    Ve ben böyle, hayali suçuma romanlardan ezberlenmis özür cümleleri
    hazirlayincaya kadar merdivenleri çikmis, sofayi geçmis, çoktan odaya
    girmis olurduk.

    Günlerden persembe ise eger, öbür çocuklarin hepsi de izahli müzik seansini
    dinlemek için içerde beklesmektedirler. Linowsky henüz mutfakta
    bulasiklarini yikadigindan, biz kendi aramizda sohbete dalariz.

    Bu sohbetlerin bas hatibi de Siranus'tur. Bir de lafebesi mübarek, kimseye
    agiz açtirmaz. Yok Abdülhak Hamit, Esber'i bir Ermeni sairinden almismis.
    Yok William Saroyan'in üstüne muharrir, Rupen Mamulyan'in üstüne de rejisör
    çikmazmis. Ya Alexandre Dumas'in üç silahsörlerindeki meshur Dartanyan'i
    Ermeni yapisina ne buyurulur.

    Mathildacik bu saçmalara gülümser, agzini hafif çarpitan ve kendine çok
    yakisan o kraliçe tebesümü ile gülümser, sonra sert bir bas hareketiyle
    saçlarini geri atip, Conferancia'larin durdugu etajere dogru segirtir.

    Kizlar ordan burdan bir miktar çan çan ederler. Derken laf döner dolasir bu
    sefer de Linowsky'de karar kilar. Niçin daima böyle nesesizmis? Neden yüzü
    hiç gülmüyormus?

    Babasi doktor olan Atifet:
    "Sakin verem olmasin." diye endise eder. "Baksaniza günden günde
    sarariyor."

    Yeni ögrendigi bir tangoyu piyanoda tek parmakla çikarmaga çalisan Ilhami:

    "Turp gibi herif." diye teshis kor. "Bir seycigi bile yok."

    Siranus da ayni fikirdedir; "l" leri bermutat kalin telaffuz ederek:

    "Nostalgie" der. "Baska hiç bir sey degil, malümunuz bu müzisyenler fazla
    sentimental olurlar."

    Mathilda simdi mecmualari birakip tekrar munakasaya karismistir. Bir gün
    dahi boynundan eksik etmedigi ve içinde sevgili mamaciginin resmi bulunan
    yürek seklindeki madalyonuyle oynayarak:

    "Hayir, hayir" der. "Il est un petit genie meconnu. O küçük çapta bir
    dahidir. Anlasilamamaktan müteessir."

    Ve küçük çapta dahi o sirada ellerini kurulayarak bitisikteki mutfaktan
    gelirdi. Sirtinda koyu siyah ceket, bacaginda yine dizleri çikmis o zibidi
    pantolon ve ayaginda beyaz getrler, ille de ille o getrler.

    Surat bermutat asik, kaslar çatik. Ama hava güzelmis, bahar geliyormus,
    bunu kanlarinda sezen kizlar odada itis kakis, fingirdesiyormus. Herifin
    umuru degil. Gül bre Allahin kulu bir kerecik olsun gülümse söyle. A-ah,
    istese de beceremeyecek. Yüz hatlari ihtimal ki gülme nedir unutmus. Hele
    gözler, o üzgün bakisli gök mavisi gözler... Bu gözler sanki:

    "Çalis, didin, ugras! Sanatin evci balasina ulas. Peki sonra? Netice?" diye
    sormaktadirlar. "Bütün bunlar ergenlikli orta mektep talebelerine saati
    dört liradan iskala yaptirmak için mi idi?"

    Bezgin bir ifade ile üst üste kapanan mor dudaklarsa:

    "Ne yaparsin kardesim." der gibidirler. "Kaderimizi yasayacagiz. Dünya
    budur iste. Insanlar nankör... "

    Odur, budur sudur ya... Üstat yine de kizlarin hatirini kiramaz. Mükerrer
    israrlardan sonra plak yerine o gün bizzat bir solo geçmeye güç hal ile
    razi olur. Bizim gibi hop diye çalacak degil ya, bunun da tetümmati var.
    Evvela yün bezlere sarili kemani, Petersburg'taki Ispanyol elçisinin
    kendisine hediye ettigi o kiymetli kemani, agir agir kutusundan çikaracak,
    kuru çenesini iki gerdanli gösteren bir dayayisla yerine oturtacak, sonra
    serçe parmagi havada kalmak sartiyle yayi söyle bir eline alip bilegini
    yukari asagi havada bir alistiracak ve nihayet gözünü sureta odanin bir
    kösesine fakat aslinda kimbilir hangi hatiranin enginlerine daldirip
    konserine baslayacak... Hani çaldi mi da içli çalar dogrusu. Hele
    glissandolarda sol kasini bir kaldirisi vardir. Hep iç geçirirler kizlar.
    Bu anlarda beyaz yakali mektep önlüklerinin veya ter kokusu sinmis yün
    buluzlerin üstüne sipir sipir yas damladigina az mi sahit olmusumdur...
    Üstat artik gitgide cosmaktadir. Chopin'in resmi simdi adeta gülümsüyor,
    Pawlowa yerinde duramaz olmus, handiyse çerçevesinden firlayip piyanonun
    üstünde saheser balelerinden birine basliyacak. Su orta yerdeki sihirbaz
    sanki her yay çekisi ile bizi biraz daha dünyadan koparip bulutlara,
    semalara yaklastiriyor. Yükselmisiz, yükselmisiz, yükselmis... Artik üç kat
    asagimizdaki sokaktan çöp arabalari, çorabi düsük kadinlarm esegini dürten
    enginarcilar gecmiyor. Her kapisindan çiplak bir baldir uzanan maruf
    mahalle burnumuzun dibinde degil. Yosunlu damlari görünen su meymenetsiz
    evler, iplerinde uzun konçlu donlar asili su pespaye balkonlar, çok uzakta,
    bambaska bir diyarda.

    Sanatin sihirli bir kuvvet, hazretin kendi tabiri ile bir "Magie" olduguna
    bundan ala misal mi istersiniz?

    Linowsky, ayda yilda teberrüken verdigi bu konserlerde ihtimal ki pedagojik
    bir gaye de güderdi. Nitekim hepimizde yeniden alevlenen bir heves. Biz de
    günün birinde böyle çalabilecek miyiz? Ah bir çalsam, bir çalsam. Ben de
    dinleyenleri söyle bir aglatabilsem. Aglatmayi geçtik, hiç degilse, kendime
    güldürmeden çalabilsem.

    O gün de geldiydi nihayet... Konser olup da öyle esasli bir sey degil
    tabii. Bütün müzik hocalarinin reklam olsun diye talebelerine yaptiklari
    konser müsveddesi bir tören. Programda ilk olarak Mozart'in bir quatuoru
    vardi. Bunu müteakip konserin tatlisu rengine bir parça çesni katsin diye
    araya sikistirilan Atifet'le Ilhami'nin birer solusu. Onlardan sonra sira
    Mathildamiza geliyordu, konserin bütün yükünü nahif omuzlarina yüklenen ve
    bundan ötürü de bir defaya mahsus olmak üzere hocanin kiymetli kemanini
    çalmak mazhariyetine erisen Mathildamiza... En sonra ise konseri kapamak
    için muhtesem bir finale; bir finale molstuoso. Bizim teskil ettigimiz on
    bes kemanlik sözümona orkestradan Arlesienne suit'i. Idare eden: bizzat
    Stephan Alexendrovitsch Linowsky.

    Artik bizde bir faaliyet bir kiyamet. Haftada üç gün umumi provalar mi
    yapilmiyor, Majik sinemasinin uydurma sahnesi için sairane dekorlar mi
    hazirlanmiyor. Mevsim bahara rastladigindan olacak, hoca da bir canlandi,
    sade provalarla degil mizansenle dekorlarla akla gelen ve gelmeyen bütün
    teferruatla hep kendi ugrasiyor. Hatta afis tekniginin bunca yillik
    terakkiyatina ragmen hala 1914 seneleri civarinda kalmis resim gustosuyle
    davetiye basliklarini bile bizzat kendisi çizmisti.

    Adam kitliginda baski isini bana verdiklerinden artik her gün Ankara
    caddesini boyluyordum. Matbaacilarin biri tuvale karton bulamaz. Bir
    baskasi yaldiz icin anasinin nikahini istermege kalkar. Davetiyelerin günü
    gününe yetisememesi ihtimali belirince, bir aksam sellemehüsselam solugu
    hocanin evinde almistim.
    *
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük