tayyip erdoğan sayesinde imf ye borcun bitmesi

entry37 galeri
    29.
  1. stand-by anlaşmasını devam ettirmek 3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından iktidara gelen
    AKP Hükümeti'ne kalmıştır.
    IMF ile imzalanan 19. stand-by anlaşmasının Mayıs 2008'de sona ermesinin ardından girilen yeni
    dönem, kamuoyunda oluşan algının aksine "Türkiye'nin artık borçsuz bir ülke" olduğu anlamına
    gelmemektedir. 2002 yılında IMF’ye olan 22 milyar dolarlık borç sıfırlanırken, aynı tarihte devletin
    IMF dışındakilerle birlikte 64.5 milyar dolar olan toplam dış borcu, 2012 sonu itibariyle 103.1 milyar
    dolara ulaşmış durumdadır. Merkez Bankası'nın 7.7 milyar ve özel sektörün 226 milyar dolarlık
    borcuyla birlikte Türkiye'nin toplam dış borcu ise aynı dönemde 129.6 milyar dolardan 336.9 milyar
    dolara çıkmıştır. 2002-2012 döneminde Merkez Bankası'nın dış borcu 22 milyar dolardan 7.7 milyar
    dolara gerilerken, kamunun dış borcu yüzde 59,8 oranında net olarak 38.6 milyar dolar artmış; özel
    sektörün dış borcu ise yüzde 425 oranında net olarak 183 milyar dolarlık rekor bir artış kaydetmiştir.
    Toplam dış borç stokunda on yılda yüzde 160 oranında 207 milyar dolarlık bir büyüme yaşanmıştır.
    Başka bi ifadeyle son 80 yılda oluşan borç stoku 100 kabul edilirse, son on yılda buna 160 daha
    eklenmiştir. Bu gelişme, IMF'ye borcu sıfırlasa da kamunun toplam dış borcunun büyümeye devam
    ettiği, toplam ülke dış borcunun da yüksek bir hacme ulaştığını göstermektedir.
    AKP’nin 10 yıllık iktidarı döneminde kamunun rekor borç artışı, büyük oranda piyasadan yapılan iç
    borçlanmalardan kaynaklanmıştır. Bu dönemde özel sektör dışarıdan, devlet ise özel sektörden
    borçlanmıştır. Yoğun sıcak para girişlerinin reel döviz kurunu düşürmesinin de etkisiyle özel sektör
    çok yüksek oranlarda dış borç almış, aşırı bir kur riski üstlenmiştir. Dışarıdan yüklü borçlanmalara
    giden banka ve finans kuruluşları ise bu fonları, iç borçlanma ihalelerinde devlete satmış, özel
    sektörün dış borcu ile kamunun iç borcu paralel biçimde hızlı bir büyüme göstermiştir.
    Kaynak: http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html adresinde bahsi geçen dönem için veriler hazırlanmıştır.
    Kamunun 2002 yılında 155.2 milyar TL olan iç borç stoku, yüzde 163 oranında net olarak 253 milyar
    lira büyüyerek 2012 sonunda 408.3 milyar liraya yükselmiştir. Aynı dönemde kamunun dış borcunun
    TL karşılığı da 102 milyar liradan 154.6 milyara yükselmiştir. Böylece kamunun iç-dış toplam borcu
    2002-2012 döneminde yüzde 119 oranında net olarak 316 milyar lira büyüyerek 563 milyar liraya
    yükselmiştir. Yani Cumhuriyet’in ilk 80 yılında devletin 257 milyar lira olan toplam borcuna, son on
    yılda 316 milyar lira eklenmiştir.
    2002 - 2012 döneminde en hızlı artış hane halklarının borçluluğunda yaşanmıştır. Son 10 yıldır
    uygulana ekonomi politikaları çalışan kesimlerin reel alım gücünü geriletirken, halk borçlanarak
    tüketmeye özendirilmiştir. Geliri artmamasına rağmen, finans sektörünün imkanlarıyla eskisinden
    çok daha fazla tüketmeye alıştırılan halka sanal bir refah yaşatılmıştır. Bankacılık kesimi yurt
    dışından, vatandaşlar da bankalardan borçlanmaya teşvik edilmiştir. “Yüksek faiz-düşük kur”
    politikasını dünyadaki en yüksek reel faizi vererek uygulayan hükümet, bankaları zenginleştirirken,
    vatandaşı tüketici kredisi ve kredi kartlarına mahkum etmiştir. Tüketici kredileri ve bireysel kredi
    kartları ile yapılan borçlanma 2002-2012 döneminde tam 38 kat büyüyerek 6.4 milyar liradan 255
    milyara yükselmiştir. Tüketici kredilerinin 2002 sonunda sadece 2.2 milyar TL olan bakiyesi 2012
    sonunda 185.9 milyar liraya, kredi kartlarındaki borç bakiyesi de 4.1 milyar liradan 68.8 milyar
    liraya yükselmiştir.
    Kaynak: TUiK, Hane Halkı Endekslerinden türetilmiştir. http://www.tuik.gov.tr
    Bir de rezerv meselesine bakalım. Merkez Bankası rezervlerinin kısa vadeli dış borçları karşılama
    oranı 2002 sonu itibariyle yüzde 169 düzeyindeydi. Diğer bir ifadeyle Türkiye’nin her 100 dolarlık
    kısa vadeli dış borcuna karşılık, Merkez Bankası’nın kasasında 169 dolarlık döviz rezervi
    bulunuyordu. Aynı tarihte toplam rezervlerin kısa vadeli dış borç ve cari açığı karşılama oranı da
    yüzde 163 düzeyinde bulunuyordu. Merkez Bankası’nın altın ve döviz rezervlerinin kısa vadeli dış
    borçları karşılama oranı 2012 yılının sonu itibariyle yüzde 116.6’ya; cari açıkla birlikte toplam
    yükümlülüğü karşılama oranı ise yüzde 80.8’e indi.
    Kısa vadeli dış borç ve cari açık toplamının 155.1 milyar dolar olduğu baz alındığında, 2002 yılındaki
    yüzde 169’luk karşılama oranına ulaşmak için ya rezervlerin 253 milyar dolar olması ya da kısa
    vadeli dış borç-cari açık toplamının 77 milyar dolara çekilmesi gerekmektedir.
    Bunlara ek olarak Türkiye’nin, orijinal vadesine bakılmaksızın, önümüzdeki bir yıl içinde yapması
    gereken toplam dış borç servisi 149.6 milyar dolardır. Yani 100 milyar dolara ulaştığı her fırsatta
    tekrarlanan rezervler, bir yıl içinde yapılacak bu geri ödemeye yetmemektedir.
    Bir ülke için olumlu bir gelişme olan rezervlerdeki artış, o ekonomi için güveni artırıp, kırılganlığı
    azaltıcı etki yapar. Türkiye’nin rezervlerinin de son on yılda hızlı bir artış gösterdiği aşikardır. Ancak,
    rezerv artışının ne şekilde gerçekleştiği, yani kaynağının ne olduğu büyük önem taşımaktadır.
    Harcadığından daha fazla döviz kazanan ekonomilerin ödemeler dengesinde ortaya çıkan cari
    işlemler fazlası kaynaklı rezerv artışı, bu ekonomiler için sağlıklı bir gelişme niteliğinde olsa da
    Türkiye gibi dış açık veren, yani harcadığından daha az döviz kazanan bir ekonomide, yabancı
    sermaye yatırımları da yeterli değilse, net borcu artırmadan rezerv artışı gerçekleşemez. Başka bir
    ifadeyle dış açık veren ekonomide rezerv artışı, bununla paralel biçimde dış borcun da artması
    anlamına gelmektedir. 100 milyar dolara ulaşan mevcut rezervlerimizle övünmek bankadan kredi
    çekip mevduat hesabına yatıran tüketicinin rasyonel olmayan övünmesinden başka birşey değildir.[4]
    Yukarıda izah edilmeye çalışılan husus; ekonomik verilerin eksik yorumlanması durumunda farklı
    tabloların ortaya çıkabileceğini biraz daha netleştirmektir. Elbetteki borçlarımızı ödemek ülkemiz
    için iyi bir gelişmedir ancak bu borcu öderken sanki başka borcumuz kalmamış gibi bir hava
    estirmek ve mevcut artışların kaynağını ifade etmeden sadece sonuçlarını aktarmak toplumu yanlış
    bilgilendirmek demektir. Günümüzde herkesin ekonomist olduğu da dikkatlerden kaçmazsa ekonomi
    yorumları her nerede yazılıyorsa biraz daha dikkatli okunmalıdır. 2002 – 2012 yılları arasındaki,
    yazıya konu dönemde, özelleştirmelere değinilmediği de dikkatlerden kaçmasın. Cumhuriyet
    tarihinin bütün kazanımları kamuya yük oluyor diye yine bu dönemde satılmış ve gelirleri de
    hükümet için bir iç kaynak oluşturmuştur. Bunlara ek olarak Osmanlı’nın sonunu tekrar okumalı,
    ekonomik krizin ve sistemdeki değişikliğin Osmanlı’yı nasıl bir çıkmazın içine soktuğu iyi
    irdelenmelidir. Neticede iç borç da borçtur. Müteşebbis devletten daha güçlü olamayacağına göre
    verdiği borca faiz işletecek ve er ya da geç bir gün geri ödenmesini isteyecektir
    0 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük