stand-by anlaşmasını devam ettirmek 3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından iktidara gelen
AKP Hükümeti'ne kalmıştır.
IMF ile imzalanan 19. stand-by anlaşmasının Mayıs 2008'de sona ermesinin ardından girilen yeni
dönem, kamuoyunda oluşan algının aksine "Türkiye'nin artık borçsuz bir ülke" olduğu anlamına
gelmemektedir. 2002 yılında IMFye olan 22 milyar dolarlık borç sıfırlanırken, aynı tarihte devletin
IMF dışındakilerle birlikte 64.5 milyar dolar olan toplam dış borcu, 2012 sonu itibariyle 103.1 milyar
dolara ulaşmış durumdadır. Merkez Bankası'nın 7.7 milyar ve özel sektörün 226 milyar dolarlık
borcuyla birlikte Türkiye'nin toplam dış borcu ise aynı dönemde 129.6 milyar dolardan 336.9 milyar
dolara çıkmıştır. 2002-2012 döneminde Merkez Bankası'nın dış borcu 22 milyar dolardan 7.7 milyar
dolara gerilerken, kamunun dış borcu yüzde 59,8 oranında net olarak 38.6 milyar dolar artmış; özel
sektörün dış borcu ise yüzde 425 oranında net olarak 183 milyar dolarlık rekor bir artış kaydetmiştir.
Toplam dış borç stokunda on yılda yüzde 160 oranında 207 milyar dolarlık bir büyüme yaşanmıştır.
Başka bi ifadeyle son 80 yılda oluşan borç stoku 100 kabul edilirse, son on yılda buna 160 daha
eklenmiştir. Bu gelişme, IMF'ye borcu sıfırlasa da kamunun toplam dış borcunun büyümeye devam
ettiği, toplam ülke dış borcunun da yüksek bir hacme ulaştığını göstermektedir.
AKPnin 10 yıllık iktidarı döneminde kamunun rekor borç artışı, büyük oranda piyasadan yapılan iç
borçlanmalardan kaynaklanmıştır. Bu dönemde özel sektör dışarıdan, devlet ise özel sektörden
borçlanmıştır. Yoğun sıcak para girişlerinin reel döviz kurunu düşürmesinin de etkisiyle özel sektör
çok yüksek oranlarda dış borç almış, aşırı bir kur riski üstlenmiştir. Dışarıdan yüklü borçlanmalara
giden banka ve finans kuruluşları ise bu fonları, iç borçlanma ihalelerinde devlete satmış, özel
sektörün dış borcu ile kamunun iç borcu paralel biçimde hızlı bir büyüme göstermiştir.
Kaynak: http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html adresinde bahsi geçen dönem için veriler hazırlanmıştır.
Kamunun 2002 yılında 155.2 milyar TL olan iç borç stoku, yüzde 163 oranında net olarak 253 milyar
lira büyüyerek 2012 sonunda 408.3 milyar liraya yükselmiştir. Aynı dönemde kamunun dış borcunun
TL karşılığı da 102 milyar liradan 154.6 milyara yükselmiştir. Böylece kamunun iç-dış toplam borcu
2002-2012 döneminde yüzde 119 oranında net olarak 316 milyar lira büyüyerek 563 milyar liraya
yükselmiştir. Yani Cumhuriyetin ilk 80 yılında devletin 257 milyar lira olan toplam borcuna, son on
yılda 316 milyar lira eklenmiştir.
2002 - 2012 döneminde en hızlı artış hane halklarının borçluluğunda yaşanmıştır. Son 10 yıldır
uygulana ekonomi politikaları çalışan kesimlerin reel alım gücünü geriletirken, halk borçlanarak
tüketmeye özendirilmiştir. Geliri artmamasına rağmen, finans sektörünün imkanlarıyla eskisinden
çok daha fazla tüketmeye alıştırılan halka sanal bir refah yaşatılmıştır. Bankacılık kesimi yurt
dışından, vatandaşlar da bankalardan borçlanmaya teşvik edilmiştir. Yüksek faiz-düşük kur
politikasını dünyadaki en yüksek reel faizi vererek uygulayan hükümet, bankaları zenginleştirirken,
vatandaşı tüketici kredisi ve kredi kartlarına mahkum etmiştir. Tüketici kredileri ve bireysel kredi
kartları ile yapılan borçlanma 2002-2012 döneminde tam 38 kat büyüyerek 6.4 milyar liradan 255
milyara yükselmiştir. Tüketici kredilerinin 2002 sonunda sadece 2.2 milyar TL olan bakiyesi 2012
sonunda 185.9 milyar liraya, kredi kartlarındaki borç bakiyesi de 4.1 milyar liradan 68.8 milyar
liraya yükselmiştir.
Kaynak: TUiK, Hane Halkı Endekslerinden türetilmiştir. http://www.tuik.gov.tr
Bir de rezerv meselesine bakalım. Merkez Bankası rezervlerinin kısa vadeli dış borçları karşılama
oranı 2002 sonu itibariyle yüzde 169 düzeyindeydi. Diğer bir ifadeyle Türkiyenin her 100 dolarlık
kısa vadeli dış borcuna karşılık, Merkez Bankasının kasasında 169 dolarlık döviz rezervi
bulunuyordu. Aynı tarihte toplam rezervlerin kısa vadeli dış borç ve cari açığı karşılama oranı da
yüzde 163 düzeyinde bulunuyordu. Merkez Bankasının altın ve döviz rezervlerinin kısa vadeli dış
borçları karşılama oranı 2012 yılının sonu itibariyle yüzde 116.6ya; cari açıkla birlikte toplam
yükümlülüğü karşılama oranı ise yüzde 80.8e indi.
Kısa vadeli dış borç ve cari açık toplamının 155.1 milyar dolar olduğu baz alındığında, 2002 yılındaki
yüzde 169luk karşılama oranına ulaşmak için ya rezervlerin 253 milyar dolar olması ya da kısa
vadeli dış borç-cari açık toplamının 77 milyar dolara çekilmesi gerekmektedir.
Bunlara ek olarak Türkiyenin, orijinal vadesine bakılmaksızın, önümüzdeki bir yıl içinde yapması
gereken toplam dış borç servisi 149.6 milyar dolardır. Yani 100 milyar dolara ulaştığı her fırsatta
tekrarlanan rezervler, bir yıl içinde yapılacak bu geri ödemeye yetmemektedir.
Bir ülke için olumlu bir gelişme olan rezervlerdeki artış, o ekonomi için güveni artırıp, kırılganlığı
azaltıcı etki yapar. Türkiyenin rezervlerinin de son on yılda hızlı bir artış gösterdiği aşikardır. Ancak,
rezerv artışının ne şekilde gerçekleştiği, yani kaynağının ne olduğu büyük önem taşımaktadır.
Harcadığından daha fazla döviz kazanan ekonomilerin ödemeler dengesinde ortaya çıkan cari
işlemler fazlası kaynaklı rezerv artışı, bu ekonomiler için sağlıklı bir gelişme niteliğinde olsa da
Türkiye gibi dış açık veren, yani harcadığından daha az döviz kazanan bir ekonomide, yabancı
sermaye yatırımları da yeterli değilse, net borcu artırmadan rezerv artışı gerçekleşemez. Başka bir
ifadeyle dış açık veren ekonomide rezerv artışı, bununla paralel biçimde dış borcun da artması
anlamına gelmektedir. 100 milyar dolara ulaşan mevcut rezervlerimizle övünmek bankadan kredi
çekip mevduat hesabına yatıran tüketicinin rasyonel olmayan övünmesinden başka birşey değildir.[4]
Yukarıda izah edilmeye çalışılan husus; ekonomik verilerin eksik yorumlanması durumunda farklı
tabloların ortaya çıkabileceğini biraz daha netleştirmektir. Elbetteki borçlarımızı ödemek ülkemiz
için iyi bir gelişmedir ancak bu borcu öderken sanki başka borcumuz kalmamış gibi bir hava
estirmek ve mevcut artışların kaynağını ifade etmeden sadece sonuçlarını aktarmak toplumu yanlış
bilgilendirmek demektir. Günümüzde herkesin ekonomist olduğu da dikkatlerden kaçmazsa ekonomi
yorumları her nerede yazılıyorsa biraz daha dikkatli okunmalıdır. 2002 2012 yılları arasındaki,
yazıya konu dönemde, özelleştirmelere değinilmediği de dikkatlerden kaçmasın. Cumhuriyet
tarihinin bütün kazanımları kamuya yük oluyor diye yine bu dönemde satılmış ve gelirleri de
hükümet için bir iç kaynak oluşturmuştur. Bunlara ek olarak Osmanlının sonunu tekrar okumalı,
ekonomik krizin ve sistemdeki değişikliğin Osmanlıyı nasıl bir çıkmazın içine soktuğu iyi
irdelenmelidir. Neticede iç borç da borçtur. Müteşebbis devletten daha güçlü olamayacağına göre
verdiği borca faiz işletecek ve er ya da geç bir gün geri ödenmesini isteyecektir