zordur halı sahada kaleci olmak. hele sizin takımınız güzel oynuyor ise daha bir zordur. çok güzel oynayan, karşı takıma adeta top oynatmayan bir takım düşünün. ardı ardına ataklarla rakip kaleyi zorlayan takım arkadaşlarım...
ara tatilden istifaden eski lise arkadaşlarıyla bir kafede oturup muhabbet ediyorduk. eski günleri yad ettik. neler yapıldığından konuştuk. muhabbet boka sarmaya başladı hamsinin buzluk olduğundan falan konuşulurken. neden halı saha muhabbeti açıldı ki. bana da sordular. neden bilmiyorum tamam dedim. neden dedim?
--spoiler--
çocukken de top oynardık. çektiğim falsosuz şutlar, attığım saçma sapan şutlar, abanmaktan başka bir marifeti olmayan bir oyuncu ve sayısızca leş* bıraktım ardımda. ama güzel insanlardı mahallemin çocukları dışlamadılar beni kaleye geçirdiler. fena da sayılmazdım reflekslerim falan tutuyorduk yine de bir şeyler.
--spoiler--
ama dedim kaleye geçerim. çok iyi bizde kaleci bulamıyoruz zaten dediler. kafenin yanında ki halı sahaya gidip 12 1 arası randevu alındı. sonra en ideal halı saha saatinin 12 1 olduğu hakkında biraz muhabbet yaptık. nedenini bilmeden bende destekledim bu fikri. evet saat gelmişti. gittik giyindik derken uzaktan şutlarla beni ısıttılar sağ olsunlar.
maç başladı. tanımadığım iki çocuk vardı bizim takımda. siyah şortlu olan iyi oynuyordu. yada tanımadığım için iyi gelmişti bilmiyorum. bizim takımın başta güçsüz olduğunu düşünmüşken bizim takımın oynayışına hayran kaldım birden. ne güzel oynuyorlardı. oyunu en yakından izleyen ben uzaklardan bravo, çok güzel diyerek takımı motive ediyordum.
ardı ardına gelişen ataklarımız, rakip kaleyi döven şutlar, ve oyunu domine eden takımım. mutluydum. ama bizim takım bir türlü o istenen golu atamıyordu. ataklar sonuçsuz kalıyor. ya outa gidiyor ya kaleci kurtarıyordu. derken beklenen oldu. bir kontra atak ve hızla bizim yarı sahamızda beliren rakip oyuncular. liberomuz* çok iyidi. güzel kesti topu ve tehlikeyi uzaklaştırdı. maç seyrini koruyordu. rakip takım yine bir kontra girişimde bulundu ve ben ilk golumu yedim. tuttuğum köşeden yedim hemde. ve o ter kokan fosforlu formaları bizim takım giydi. ben kaleci olduğum için şanslıydım. giymedim.
maç seyrini yine bozmadı. ardı ardına gelişen bizim takım atakları ile kalesinde devleşen karşı kaleci ve her kontrada gol yiyen ben.
bitsin istiyordum maç. sıkılmıştım. üstüne üstlük garip bir nezaket vardı insanlarda. yapılan her hatadan sonra pardon diyorlardı. yediğim her golden sonra iyi iyi çok güzel diyerek bana moral veriyorlardı. bu daha da moralimi bozuyordu aslında. tutabileceğim goller yemek daha da moralimi bozuyordu. bizim takımda atıyordu artık. farkı kapatıyorduk. bu arada kurtardığım bir kaç şutla da özgüvenim yerine gelmeye başlamıştı. tabi sonradan yediğim uzaklardan gelen bir gol tekrar beni maçtan düşürse de. yenme ihtimalimizi göz önünde bulunduruyordum yinede. ama artık maç bitmeliydi. daha fazla gol yemek istemiyordum. oyuncular yorulmuşlardı. maçtan kopmalar, dalgasına vurmalar başladı. ama maç bitmiyordu. en son yediğim bacak arası golle diktiğim tüy sonrası gelen düdükle giyinmeye gittik. son maç olduğu için 1.30 saat oynatmıştı bizi sağ olsun halı saha sahibi. oynatmasaydı keşke. eve gittim. kas ağrılarımla birlikte girdim yatağıma. uyudum.