Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in islâm'ı yaymaya çalıştığı o günlerde her zaman tehlike vardı. O'nu yakalamak, öldürmek düşmanların temel gayesi haline gelmişti. O'nun, Allahû Tealâ'nın kendisine emrettiklerini yerine getirmekten, onu yaymaktan vazgeçmeyeceğini Mekke'dekiler biliyordu. Bu sebeple, O'nu ortadan kaldırmanın en kestirme çare olacağına inanıyorlardı. Putperestler, putlara karşı çıktığı için O'na karşı çıkıyorlardı. insanların putları ziyaret için Mekke'ye gelmesi onlar için ticarî bir olaydı.
işte böyle bir ortamda, düşmanların kurdukları tuzaktan kaçan Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile Hz. Ebubekir, bir mağaraya sığındılar. Bir örümcek onların hemen arkasından mağaranın ağzını, ağ ile örmüştü. O mağarada, beklerlerken, düşmanlar onların izlerini takip edip mağaraya kadar ulaştılar ve mağaranın ağzında içeri girip girmeme konusunda tartıştılar. Çünkü gözden kaybolan kişiler, oraya girmiş olsalardı örümcek kısa bir zaman devresi içerisinde o ağı öremezdi. Örümceğin ağı orada olduğuna göre hiç kimsenin içeriye girmesinin mümkün olmadığına karar verdiler.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e bir kötülük gelecek diye çok hüzünlenen Hz. Ebubekir'e diyor ki: Ya Ebabekir, şimdi gözlerini kapa, elini nabzına koy ve kalbinin her çift atışında, çift heceyle Allah kelimesini söylemeye başla. Kalbinle paralel, içindeki sesle söyleyeceksin, dilini de kıpırdatmayacaksın. Görüldüğü gibi, onların tuzaklarına karşı tabiatıyla Allahû Tealâ da tuzakla cevap veriyor.