--spoiler--
hızlı yaşa, genç öl; cesedin yakışıklı(!) olsun derler... edith piaf da hızlı, çok hızlı yaşamış, genç ölmüş (henüz 48 yaşında), ancak ne var ki cesedi 78 yaşında gibi.
sevgilsini kaybetmiş o bir kazada, ölürken bile ismini sayıkladığı sevgilisini. derken evlenmiş, ama sevgilisiyle değil!
amerika'da denemiş şansını, aşkını bulduğu yerde... diğer aşkı fransa'yı özlerken.
annesi de bir şarkıcıymış, onun kadar büyük olmasa da...
küçükken fahişeler büyütmüş, kör olup sonra yeniden gözlerine kavuştuğu bir genelevde kalmış yıllarca. son biraz büyüyünce o da fahişelik yapmış bir süre. ama bu kadar çirkin bir kadın fahişe olabilir miydi? şarkı söylemiş sokaklarda. derken bir türk filmi sahnesi... bir kart uzatılmış, bana gel diye. işte o kart sadece gidiş bileti olmuş 'ışıltılı', 'yeni' hayatına.
ellerini kullanmış şarkılarda, şarkıları okşar gibi... belki de en güzel yeri elleri olduğu için.
--spoiler--
filmden çıkınca kararsızlık yaşadım. bu kadar sevdiğim bir kadının hayatı mı ciddi anlamda sıkıcıydı, yoksa film mi sıkıcıydı? sonra can sıkıcı olanın film değil, hayat olduğuna karar verdim.
iç acıtanın en neşeli şarkıyı bile, insan üzerinde en derin kederler tahsis edecek şekilde okuyan edith piaf'ın değil, hayatın ta kendisi olduğuna karar verdim. hayat söyletmiyor muydu edith'e bu şarkıları?
--spoiler--
-sen bir serçeye benziyorsun, sizin oralarda serçe piaf demekti, değil mi?
-evet.
-senin adın 'küçük piaf' olsun. *
-tamam ama komik değil mi?
--spoiler--