dün izleyip delik deşik olduğum film. reha erdem filmi.
kendisi bu filmi benzetmek değil de illa ilişkilendirmek gerekirse a ay 'ın yanına koyarım dese de ben hayat var sularına gittim nedense.
hakikaten mükemmel bir çalışmaya imza atmış erdem. gene sinemasındaki kendisini tekrar etmeme eğilimi bu filmde de ziyadesiyle beliriyor. farklı hikayeler,doğanın tasviri, farklı filmler, birçok filmi için ortak payda üstün görsellik tandansı ve özellikle erkeklerin kadın üzerinde şiddet ve güç göstergesi geçmişte de tanık olduğumuz argümanlardı. farklılıkları ve ortak kalıplarıyla erdem'in sinema dilini oturttuğunu düşünmemek ne mümkün.
filmi klasik bir kürt meselesi yaklaşımıyla ele almamak lazım. bence jin'in izini sürüp mümkün olduğunca odur, şudur, budur gibi kati tanımlamalarla politik raya girmeden film başarıyla akıp gidiyor.
--spoiler--
jin'in bu kişisel mücadelesi sırasında doğa'nın kendisine yardımcı olup insanların olmaması ilgiye namzetti. hayatına bir şekilde müdahil olan erkekler jin'i kendi istedikleri şekilde görüyorlar. hani atıf yılmaz hoca adı vasfiye 'de kadının erkek egemen dünyada nasıl görüldüğüne dair bir kompozisyon çıkarmıştı ya buna benzer bir durum var. üniforma giyildiğinde bacı, çıkarılıp çalınan elbiseler giyildiğinde hatun seni yerim tavrına bürünülebiliyor. jin burda doğaya aynı dersu uzala vari adapte olmuş insanı resimliyor. karşısına çıkan erkeklerden birisi ona kamyonlara binme öğüdünü verip, babacan bir tavır sergilerken kızıyla aynı ismi taşıdığını söylüyor. tabii kendi evinden hırsızlık yapıldığından bihaber. yani jin yeri geliyor hırsızlık yapıyor bir şekilde hayata kanalize ve çokta masum olmayan bir kişilik çizimiyle doğru tasvir edilmiş. doğada tutunma mücadelesini iyi bilmesi, adaptasyonu, bir tehlike olduğunda ağaca jet hızıyla çıkması genel olarak başının çaresine bakması ki hele kendisine saldıran herifi en sonunda taşla benzetmesi, çaldığı eşeği iyileştirme tavrı, jin'in nasıl yaşaması gerektiğini net bildiğini de gösteriyordu.
--spoiler--
--spoiler--
filmin en büyük başarısı, şu yaşanılan çatışma ortamından doğa'nın ne derece etkilendiğini göstermesi. jin'in elmasını paylaştığı ayı da ve bir yığın hayvan da (sürüsüne bereket bir çeşitlilik sunuluyor, belgesel vari) bu vahim tablo karşısında ürküp, korkup, geri adım atıyorlar. doğadaki canlılar hiçbir suçları olmadığı halde muzdarip ve ötesiler.
--spoiler--
yaralı askerin korkusu, annesine hakkını helal et demesi falan da jin'in yardım edip başının çaresine bak deyip onu göndermesi belki çok daha değişik ortamlarda da görüşürüz mutabakatı bence müthiş ara sahnelerdi. gözden kaçmış olabilecek türden ara sahneler olur ya. (biri de selam söyle leyla'ya ben de onunla akran sayılırım aslında temelindeki güzel deyiş) ama gözden kaçmayı hak etmez. belki, bir çay bahçesinde de görüşürüz bir zaman lafı gibi. kulaklardan kaybolmuyor. şu onur ünsal 'ın oyunculuğunu ezelden beridir severim, kısa bir rol. ama hakkını vermiş. erdem'in genç oyuncularla alıp veremediği olduğunu düşünüyorum hayat var'daki elit işcan'dan sonra, jin'deki deniz hasgüler'deki en az o kadar başarılı... (hele jin'in o doğaya kendini teslim ettiği kayıtsız şartsız uzandığı sahneler hayat var' dakine benzer mükemmelikte)
sonuç, en beğendiğim reha erdem filmi. finalini de müthiş bulduğumu söyleyeyim. bu hikayeye pardon masala bu tarz bir son yakışırdı.
10 üzerinden 8,5!
not: sözlük açısından bakarsak, uludağ sözlük genel yazar portföyünü ve konulara yaklaşımını(kırmızı çizgilerini) düşününce, bu filmin hiçbir zaman bu ortam da hakkını bulamayacağını düşünüyorum. onun için izleyin, izletin demeyeceğim. şunu diyebilirim belki. ön yargılardan arınmak insana hayata dair bir şeyler katar.