huffas

entry41 galeri
    27.
  1. üşüyorum biliyor musun?

    seni o son gördüğüm günden beri üşüyorum. hani o otobüs durağından ayrıldığımız günden beri.
    öylesine öpüşmüştük sadece. biraz gözyaşı, biraz sarılma. peki ya öncesi. biz bu kadar mı basit sevdik birbirimizi.

    --spoiler--
    09/07/2008

    nerden bilebilirdim, ışığı güneşi kıskandıran o bir çift gözle bu günün gecesinde tanışacağımı. hayatımın bambaşka bir yola gireceğini, yıllardır ertelediğim bi çok şeyi bu zamandan sonra yapacağımı ve bilmeden biraz kabuğuma çekileceğimi... ve o küçücük kabuğa seni sığdırmak için uğraştığımı aslında, nasıl bilebilirdim. nasıl anlayamadım ben o küçücük kaplumbağa evine iki kişinin sığamayacağını.
    böyle daha mı az hasar görecektik. sadece biz ikimiz mi yaşayacaktık bunu. bizden başka kimse bilemiyecek miydi neler olduğunu. her şeyden bizi koruyan o o tek kişilik ev mi olacaktı.
    aylardır oraya sığdırmaya çalıştım seni ama olmadı olmadı olmadı olmadı. o küçük eve ben zor sığarken... sadece içimdeki o küçük çocuk içinmiş orası. ve onun yuvasıymış sadece. benim girmem bile aptallıkmış oraya.
    dışarıya çıkarak, gökyüzünü görerek, yenileceğini bilsen bile, çığlığını atarak bağırmak gerekiyormuş aslında hayata. önce seni, sonra kendimi korumak gerekiyomuş. en büyük bencillik kabuğa çekilip, ne olacaksa olsun demekmiş aslında.
    her zaman, karşı durmakmış, savaşmakmış, kararlı olmakmış, değeceğini bildiğin insan için canını tereddüt etmeden verebilmekmiş aşk. işte bu kadar basitmiş aslında.

    her geçen gün daha da büyüdüm, olgunlaştım seninle. dönüp arkama baktığımda seninle dolu dolu yaşanan binlerce anı geliyor aklıma. hem en mutlu olduğum, hem de en dibe battığım, gözyaşlarımı içime akıttığım günde de sen vardın hayatımda. işte bu iki zıtlığı bile seninle yaşayabildik.

    anlatılacak, yazılacak sayfalarca yazı var aslında. hepsi an ve an aklımda. gözlerimi kapatıp seni düşündüğüm her an yavaş yavaş bir film gibi oynuyor gözlerimin önünde. her ayrıntısına kadar. her günü diğerinden daha güzel 365 gün. ve hepsinin başrol oyuncususun.

    arkama bakıyorum, dolu dolu geçen bir sene ve sadece sen. üzüntülerin yanında sevinçler, kahkahaların yanında gözyaşları. hepsi birbirine karışmış dolu dolu geçen bi bir sene.

    iyi ki varsın. iyi ki yanımdasın. iyi ki yanımda olduğunu biliyorum. ve o güneşi kıskandıran bir çift gözün hep aynı ışıltıyla bakacağını biliyorum... ve o muhteşem gülüşün ulaşabileceği en son levele kadar ulaşıp içimi sımsıcak yapacağını biliyorum.

    bu sene her şey daha iyi ve daha güzel olur umarım hem senin hem benim hem de ikimiz için...

    yepisyeni hayatında, verdiğin tüm kararlarda, attığın bütün adımlarda, söylediğin tüm sözlerde, yaptığın bütün her şeyde arkandayım. cephede, masada, futbol sahasında her türlü çarpışmaya hazırım. ve her türlü desteği vermek için yanındayım...
    --spoiler--

    seninle tanıştıktan tam 1 sene sonra sana bunları yazmışım.
    ve şu an tam 5.5 sene olmuş seninle tanışalı.
    peki biz ne yaptık bu kadar, bunca sene.

    karşıma alıp saatlerce konuşamadım seninle. sabahlara kadar gözlerinin içine bakarak gülemedim.
    gecenin 3ünde bile ağız kaslarımız bu kadar gerilmişken gülmekten, gözlerinin içinde kaybolamadım.
    sarılamadım sana doya doya. kokunu çekemedim bile içime. ama senin her ayrıntını biliyorum ben küçük kız.
    her santımetren aklımda ucumda. gözlerinin ne denli güldüğünü, iç ısıttığından, gamzelerinin benim mezarım olacağımdan haberdardım. çok yol yürüdük seninle. biz bu hayatın hileleriyiz seninle.
    tıpkı oyunda bölüm geçmek için yapılan hileler gibi.
    biz o 2 seneye önceki 25 senemizi ve sonraki sonsuzluğumuzu sığdırdık küçük bir merhabayla.

    sen şehrime geldin. her yerde senden bir parça bıraktın.
    o seni öptüğüm iskele yıkıldı mesela. ama yerine yenisini yaptılar.
    birlikte çay içtiğimiz pastanenin üst katını da yıktılar. ama şimdi tekrardan açmışlar.
    beraber kahvaltı yaptığımız o bina var ya. orası da burger king oldu.
    onun dışında her şey aynı. sahildeki kumlar, kaldırımdaki taşlar. pikap bile hala orda duruyor.
    bazen geçiyorum ordan yanyan.
    özellikle pazartesi günleri geçiyorum ki bütün sendromum gitsin yüzüme bi gülümseme gelsin diye.
    hani sana öve öve bitiremediğim dönerci vardı ya. oranın döneri de artık eskisi gibi güzel değil.
    şimdi daha güzel bi yer var. denesen bayılırsın sen de.
    çok fazla yağlı değil. bir tabak dolusu peçete harcamak zorunda değilim.
    seni gördüğüm köşede bi cafe vardı ya hani. orası da kapandı.
    artık başka bi yere takılıyorum ben de.

    bu şehrin her yeri senin anılarınla dolu. kaçamıyorum hiç bi yere. dolanup duruyorum her seferinde en başa doğru. aslında kaçmak da istemiyorum bi yandan. belki diyorum hep karşıdan gelir gülümser bana. anılarımızın şehri böyle.

    peki ya ben.

    ben nasıldım bu kadar sene. nefes alıp vermekten muaf geçen günler.
    sessizliklere ve dahi sensizliklere gömülü geceler. ve çaresiz kalmanın verdiği hissizlikle yaşıyorum.
    öylece dururken ben, bir başıma, hani sen de öylece çıkmıştın karşıma, aylardan aralıktı.
    tek hatırladığım, benim üstümde kahverengi bir ceket, senin yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
    ve karanfiller açtı, ışık vurdu karanlığa. inadına kaçardım ben her şeyden, uzatmaya korkardım ellerimi hep, sen geldin.
    ve kayboldum boşlukta. ama hiç korkmayarak, öyle aptal cesareti avuçlarımda.
    şimdi düşünüyorum da güleceğim tutuyor. insan aslında hep imkansızı ister evet ama, senle yürümek bulutlarda.
    hayali bile güzel geliyor işte. olmayanı oldurmak bana mı düştü? bana mı düştü geceyi gündüze kavuşturmak?
    düpedüz ahmaklık bu işte. senli hayal kurmak, rüyalara kavuşmak senli. ahmaklık hepsi.
    şimdi bana ait olmaman düşüncesinin ağırlığı beynimde ve yağmurlar hep gözlerime gözlerime yağıyor.
    bir ıslık dudağımda, ellerim buza kesmiş, yürüyorum..
    yürüyorum bir başıma ve yürüdükçe yağmura karışıyorum.
    kızamıyorum hiç kimselere. ne sana ne de herhangi üçüncü şahıslara.
    oynalınan oyunda figuran olmak ağırıma gidiyor, basıp tekmeyi hayallerime, kendime küfretmeye başlıyorum.
    kış mevsiminde karanfiller açmaz hiç.
    bahar kokmaz ortalık, her taraf kar altında.
    ahmaklığım geliyor aklıma. ve kendimden başka hiç kimseye kızamıyorum.

    bilinmezlik her tarafta, tamamlanmamış hiçbir şey, eksik hep ne varsa.
    böyle melankolinin koyusunda olmak hiç hoşuma gitmiyor. doğrulup dizlerimin üzerinde ayağa kalkmak için delice çabalıyorum.
    ama birden bir şarkı isleniyor aklıma, "dışarda yağmur yağıyor, gitme vakti benim için, biraz yürüsem altında, belki yıkanır içim?." öylece kalıyorum, kalkamıyorum.. ve lanetler yağdırıyorum herkese, her şeye.
    bir sana kızamıyorum ama.
    ağır bir kabülleniş sarıyor bedenimi, gerçekler acı hep, ürperiyorum.
    bir parça umut kalmıştı ellerimde, usulca bırakıyorum yere.
    ve basıp üzerine yürüyorum sessizce, ayaklarım yağmura karışıyor öylece.
    yüzlercesi binlercesi geçiyor üzerimden teker teker. her dokunuş sen geliyor bana.
    sana yazılacak anlatılacak konuşulacak binlerce milyonlarca kelimem var içimde. ve hepsi de hazırolda seni bekliyor dilimin ucunda.
    belki bu gün ya da yarın o kelimeler dökülmeli dilimden.

    sen benim çıkış noktamdın. belki varışınca görüşürüz.

    simyacı
    "- peki dünyanın en büyük yalanı ne? diye sordu delikanlı, şaşkınlık içinde.
    - ne mi? hayatımızın belli bir anında, yaşamımızın denetimini elimizden kaçırırız ve bunun sonucu olarak hayatımızın denetimi yazgının eline geçer. dünyanın en büyük yalanı budur."
    simyacı
    1 ...