Sosyalist feminizmin kökenleri Marksist
feminizmin içindedir. Marksist feminizm ise Karl
Marx ve Friedrich Engelsin bilimsel sosyalizm
olarak adlandırdıkları öğretinin klasik temelleri
olarak görülen kimi kitaplarından türetilmiştir. Bu
konuda çağdaş bir yazar şu saptamada
bulunmaktadır:
Gerçekte çağdaş Marksist
feminizmin artık katışıksız bir
Marksizmden çok, (temelde) radikal
feminizm tarafından değiştirilmiş bir
Marksizmi temsil ettiğine işaret etmek için
sosyalist feminizm diye adlandırılması
daha uygun olur. (Donovan 1997:130)
Marksist feminizm 19. yüzyılın son
çeyreği ile 20. yüzyılın ilk çeyreğinde etkili
olmuşsa da ardılı sosyalist feminizm 1960ların
son yıllarında ortaya çıkmıştır. (Kayhan 1999:40)
Marx ve Engelsin kullandıkları kimi
kavramlar Marksist feminizmin oluşumunda
önemlidirler: diyalektik ve tarihsel materyalizm
(ve ideoloji ile sınıf bilincinin oluşumu) teorileri,
emek ve kapitalizm üzerine geliştirilen teoriler
(yabancılaşma, praksis felsefesi ve ekonomik
değerin oluşumu) ve son olarak da Marxın
yazıları ve Engelsin Ailenin, Devletin ve Özel
Mülkiyetin Kökeni (1884) adlı yapıtında
geliştirilen feminist teorik yönelimler. (Donovan
1997:130)
Marx ve Engelsin görüşleri sonraları
Alman sosyal demokrasisi içinde August Bebel,
Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg, Rusyada ise
Lenin, Leninin eşi Nadia Krupskaya ve
Aleksandra Kollantai tarafından Marksist
feminizmi oluşturacak şekilde yeniden
yapılandırmışlardır. (Watkins 1996:82-
94;Donovan 1997:147)
Engels Ailenin Kökeni adlı eserinde
döneminin antropologlarından yararlanarak tarih
öncesi çağlarda ilkel komünist toplumlarda anaerkilliğin varlığını tanıtlamıştır. Anaerkilliğin
ataerkilliğe nasıl dönüştüğünü açıklamaya
çalışmaktadır. Burada özel mülkiyetin ortaya
çıkmasıyla ticaretin gelişmesini kadınların da
birer meta olarak alınıp satılmaya başlanmasına
yol açtığını belirtmektedir. Erkekler iktidarı
ekonomik ve siyasal anlamda ele geçirince analık
hukukunu ve kadınlık kültürünü de gözden
düşürmüşlerdir. Aile de erkek egemen tek eşli bir
kurum olarak kurumlaşmış ve erkeğin mirasını
yasal varislerine aktarması sağlanmıştır. Engels
kitabında tek eşli ailenin ortadan kaldırılarak ev
işi ve çocuk yetiştirmenin toplumsallaştırılmasını
önermektedir. (Engels 1998)
Marx ve Engels üretim alanları (kamusal
alan) ile yeniden üretim alanını (özel alan)
ayırırlar.§Marx ve Engels liberal feministler gibi
kadınların kamusal alana çıkmalarını ve orada işçi
sınıfı hareketine katılmalarını isteseler de yeniden
üretim alanının kapitalizme olan katkısı çağdaş
sosyalist feministleri daha çok ilgilendirmektedir.
Ayrıca erkeğin özel alanı sömürmesi üzerinde de
durmuşlardır.
Marx, Kapital adlı eserinde ekonomik
değeri üçe ayırır: Kullanım değeri, değişim değeri
ve artı değer. Kullanım değeri üreten mal ve
hizmetler pazarlanmaya uygun olmayan mal ve
hizmetlerdir. Bunlar özel alanda üretilir. Bunlar
kapitalizm tarafından yabancılaştırılmamış emek
ürünleridir. Değişim değeri pazarlanmaya uygun
yabancılaşmış emek ürünleridir. Artı değer ise
Donovanın Mc Lellandan alıntıladığına göre
emek ürünlerinin değeri ile o emek gücünü
üretmenin maliyeti, yani emekçinin geçimi
arasındaki farktır** (1997:142) Buradan da
kapitalizmin yabancılaşmamış tek mekanının özel
alan olduğunu anlarız. Günümüz sosyalist
feministleri Marx ve Engelsin aksine kadınlara
çalışarak özgürleşecekleri mitini reddetmelerini
salık verirler (Donovan 1997:153)
Genç Marxın 1844 El Yazmaları adlı
eserinde yabancılaşma işçilerin ürünleri oluşurken
tüm işlemi kontrol edememelerinden dolayı
emeklerine ve emek ürünlerine ilgi duymaması
olarak tarif edilir. (Aziz 1995) Sosyalist
feministler ise yabancılaşmayı kendinden,
başkalarından ve anlam duygusundan kopma
deneyimi olarak yorumlarlar. Bu anlamda ev işi
1 Marx ve Engels üretim alanlarından sanayi, ticaret ve
devlet işlerini anlarlar. Yeniden üretim alanı ise kadınların
biyolojik üretimi, çocuk bakımını yaptığı yer kadar işçilerin
işe devamını sağlayan ücret ödenmeyen her türlü ev işlerinin
gerçekleştiği alandır.
2 Mc LELLAN, David. The Thought of Karl Marx: An
Introduction, New York,Harper,1971
deneyimi sıkıcı, önemsiz ve soyutlayıcı
olduğundan Marx ve Engelsin düşündüğünün
aksine yabancılaştırıcıdır. Ayrıca Marx ve
Engelsin hiç ele almadığı biçimde biyolojik
yeniden üretimin (cinsellik) ve üremenin,
entelektüel alandan uzak kalmanın yabancılaştırıcı
etkilerini de tartışırlar. (Donovan 1997:153-
163;Demir 1997:78-80)
Marx yabancılaşmış emek dünyasının
tekrar eden doğasına karşılık praxis nosyonu adını
verdiği tıpkı bir sanatçı gibi nesnelere etki
ederken onlardan aldığı haz ve öğrenme yoluyla
kendisini geliştirici bir eylem felsefesi
önermektedir. Ancak gerçekliği kavrayamayan
bilinci uyarmak için gerçekleri bu bilince
aktaracak alternatif kurumlar gereklidir. Bu
kurumlar profesyonel olabileceği gibi (parti,
sendika gibi) benzer deneyimleri paylaşanların
öznel düşünce ve duygularını anlattıkları amatör
gruplar da (bilinç yükseltme grupları gibi)
olabilir. Bu gruplardaki insanlar ortak olarak
ezildiklerinin bilincine vararak dayanışırlar.
(Donovan 1997:164-174)
Sosyalist feministler aralarında sınıf
farkları bulunsa da kadınları da ortak ezilen bir
sınıf olarak görüp ona sınıf bilinci (kadın olma
bilinci) ve feminist ideoloji aşılamak
istemişlerdir.
19. yüzyılın Sanayi Devrimi yoğun bir
şekilde ucuz çocuk ve kadın emeğine ihtiyaç
duyduğundan Marksist feministler eşit işe eşit
ücret ilkesinin de sıkı takipçisi olmuşlardır.
Ayrıca kadınların daha rahat çalışması için
pozitif haklar da talep etmişlerdir.
Sosyalist feministler kapitalizmin doğuşu
ile kadın sorunu arasında, proletarya ile kadınlar
arasında benzerlikler kurmuşlardır. Ataerkilliğin
kapitalizme diğer tarihsel sistemlerden nasıl
eklemlendiğini ve proletaryanın mücadelesi ile
kadınların mücadelesinin nasıl birbirine
yaklaştırılacağını araştırmışlardır. (Demir
1997;Donovan 1997;Kayhan 1997;Leoff 1994)