albert camus'nun absürdizm'i elle tutulabilir hale getiren ve kierkegaard'la beraber ona hayat vermesine vesile olan kitabı. camus absürdizm'in kurucusu değil ama onu en yalın ifade eden ve ona eserleri ile en büyük katkıyı yapandır. aslında varoluşçu olmayan ama öyle etiketlenmesi pek sevilen camus varoluşçuluktan yola çıkarak absürdizm'e varır. kabaca -ama çok kabaca- dünyanın, cereyan eden olayların, yaşamın, tüm bir hayatın özünde anlamsız ve saçma olduğunu ifade ederken buna rağmen yaşamamız gerektiğini söyler. kişi bu bilince varabilirse eğer dünyaya daha realist bakabilecekitr. bu bakış herşeyin içinde saklı olan absürdülüğü görmesiyle beraber onu özgür kılacaktır. tüm bir kitabın ve absürdizm'in üzerine kurulduğu uyumsuz ise kitapta kabaca evrenin mantığa aykırlığını, tutarszılığını anlamış, herşeyi olduğu gibi gören bilinçli insan yada düşünce şeklinde tanımlanmıştır. yani uyumsuz insan, hem gözü açılmış hem de bu sayede hayata küsmeyi ve ondan kaçmayı değil özgürleşerek onunla beraber yaşamayı seçecek insandır. absürdizm çelişkiyi anlatır. eğer anlamsız ve boş bir yaşamımız varsa ve bu değiştirilemez ise ölmeli miyiz? yaşamın anlamsızlığının farkına varan insan ne yapmalıdır. intiharı çare olarak görmez ve son tahlilde onamaz camus. çelişkiyi besleyerek yaşama devam etmesi gerektiğini savunur.
üşenmedim kitaptan bir kaç cümle yazdım. ha camus'ye ihanet ettim, işime gelen kısımları aktardım ama olsun. intihar'ın gerçekleştiği ana kadar çokça ortak noktalarla geliyor, aynı şeyleri söylüyoruz ama o son hamleyi bir türlü kabul etmiyor ve orada kimi zaman ayrılıyoruz kendisi ile. neyse bu kısım onunla bizim aramızda.
çok çok eksik bir sisifos söyleni yazısı olacak diye hep geri duruyorum kitaptan bahsetmekten. ve ne söylesem okunmadan, her cümlesini ayrı ayrı yorumlamadan bütünün fotoğrafını çekemeyeceğim için kısa kesiyorum yine. cümle cümle, satır satır, kelime kelime okunması gereken, ağır diline rağmen kendini okutturan ve çok dar bir alanda çok fazla şey söyleyen bir kitap.
...
gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır; intihar. yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.
hiç kimsenin varlıkbilimsel bir kanıt uğruna öldüğünü görmedim. önemli bir bilimsel gerçeğe varmış olan galilei bu gerçek yaşamını tehlikeye sokar sokmaz büyük bir rahatlıkla dönüverdi ondan. bir bakıma iyi etti, uğrunda yakılıp ölmeye değmezdi bu gerçek. dünya mı güneşin çevresinde döner, güneş mi dünyanın çevresinde hiç mi hiç önemi yok bunun. kısacası değersiz bir sorun. buna karşılık yaşamın yaşanmaya değmediği düşüncesine vardıkları için ölen nice insanlar görüyorum. çelişkin bir biçimde kendileri için bir yaşama nedeni olan düşünceler ya da düşler uğruda ölüme giden başka insanlar görüyorum.yaşama nedeni denilen şey aynı zamanda çok güzel bir ölme nedendir de.
kendini öldürmek bir anlamda melodramlarda olduğu gibi içindekini söylemektir. yaşamın bizi aştığını ya da yaşamı anlamadığımızı söylemektir. yalnızca çabalamaya değmez demektir kendini öldürmek. yaşamak hiçbir zaman kolay değildir kuşkusuz. bir çok nedenden dolayı yaşamın buyurduklarını yapar dururuz. bu nedenlerden birincisi de alışkanlıktır. isteyerek ölmek bu alışkanlığın gülünçlüğünü yaşamak için hiçbir neden bulunmadığının, her gün yinelenen bu çırpınmanın anlamsızlığının, acı çekmenin yararsızlığının içgüdüyle de olsa benimsenmiş olmasını gerektirir.
kötü nedenlerle de açıklansa açıklanabilen dünya bilindik bir dünyadır. ama tersine birdenbire düşlerden, ışıklardan yoksun kalmış bir dünyada insan kendini yabancı bulur. yitirilmiş bir yurdun anısından ya da adanmış bir toprasın umudundan yoksun olduğu için bu sürgünlük çaresizdir. insanla yaşamı, oyuncuyla dekoru arasındaki bu kopma uyumsuzluk duygusunun ta kendisidir.
sağlam insanlar arasında bile kendi intiharını düşünmemiş bir kimseye rastlanmayacağına göre bu duyguyla hiçliği istenmek arasında dolaysız bir bağ bulunduğu fazla açıklama yapmadan beNimsenebilir.
bir insanın yaşama bağlanışında dünyanın bütün düşkünlüklerinden daha güçlü bir şey vardır. bedenin yargısı aklın yargısından hiç de aşağıda değildir. beden de yokoluş karşısında geriler. düşünme alışkanlığını edinmeden yaşamaya alışırız. bizi ölüme her gün biraz daha yaklaştıran bu koşuda bedenin bu önlenemez önceliği sürüp gider.
...
sürüp gider... yeter bu kadar, alın okuyun yoruldum