Kendinizle ilgili bilmediğiniz veyahut görmezden geldiğiniz, bilinçaltı baskılamalarıyla kendinize unutturduğunuz bir şey vardır. Varlığını bile inkâr edeceğiniz bir şey.
Ta ki artık birşeyler yapmak adına çok geç kalındıgının farkına varıldıgı ana kadar. Sabahları uyanmamızın tek sebebi budur.
Aşağılık patronunuzdan acı çekmenizin, döktüğünüz kan, ter ve gözyaşının...
Bağımlılığımız aynı; hepimiz onaylanmış keşleriz. Hepimiz sırtımızın sıvazlanmasını, küçük hediyeler almayı severiz.
Takım elbiseli sıçanlar... diğerlerinin onaylaması için yalvaran...
Birileri bunu bizlerden saklıyor. Ve ikinci şansımız olsa mutlaka sorardık: NEDEN?
Kurulu bir düzen var ve o düzenin bize çizdiği sınırlılıklar içerisinde kuruyoruz dünyalarımızı, senin bir dünyan var ama bu dünyan şekillendiriliyor kesilip biçilip kalıplandırılıyor. belki farkındalığın var. olmasın. bir kademe üstte ya da bir adım öndesin. bu seni yok eder.
aslında hayal gücü. hayal edebilme kapasitesi. evet tamamı ile bundan ibaret. insanlığın kaostan doğduğunu kaos üzerine var olduğunu söyleyebiliyorsak insanın bütün çabası bu kaos temelsizlik durumunu gizlemek görmezden gelmek üzerine kuruludur ve tüm çabasını bu doğrultuda sarf eder. bir an durup düşünüldüğünde her şeyin ne kadar boş olduğunun fark edilmesi tam da bu nedenledir.
tüm anlam dünyalarımızı bu karmanın üzerine inşa edişimiz nedeniyle hayallerimizde çıtayı nereye koyduğumuz mühim. bunlar bizi sınırlandıran şeyler. insanlar hayalleriyle imgeleriyle bu dünyaya kendilerini bağlayabiliyorlar ise kendilerini sınırlamamalıdırlar. özgür yapan insanı budur. ama diyorum ya hani bazı zamanlar tüm kurdugumuz bu hayali düzen yıkılır da bu alem bize çok boş gelir. sebepsiz gelir. işte bu düşünce katlanılmazdır. bu düşünceyi başımızdan savmak için kısa vadede kalkar yürür ya da o an saçma da olsa bir şeyler yaparız. uzun vadede ise sisteme dahil olmak en iyi yoldur. evlenmek,iş sahibi olmak, çoluk çocuk yetiştirmek,onların geleceği ile uğraşmak gibi tüm yaptıklarımz bu saçmalığı örtmek çabasının sonuçlarıdırlar. bu yüzden hepimiz kapitalist dünyanın gerektirdiği üzere işleyen çarkın dişlilerinden bir tanesi olmak zorundayız.
çok seçeneğin yok, aslında seçme şansın da yok. seçmeye zorlanmışsın çünkü, seçmek zorunda bırakılmışsın. ya gerçeklerle yüzleşip histerik olursun ya da kendi düşüncelerine pranga vurup, zihninin derinliklerinden gelen tehlikeli ancak olabildiğine gerçek çağrışımlara sırt çevirerek, zihinlerin bulanıklaştırılmış ve sınırlandırılmış oldugu bir dünyaya mahkum bırakılmış özgürlük yoksunu bir maymunu oynarsın.
şu an tam da düşündüğün gibi tamamı ile amaca yönelik yaşamak zorundayız. bir işletmeci iş hayatı sona erdikten sonra St. petersburg'da yerleşmeyi hayal etsin. bu işletmeci işi bıraktıgında st petersburga gitmek istemediğinin farkına varacaktır. oraya ulaştıgında boşluğa düşeceğini hisseder gayet. orada gerçekler vardır. gerçeklerde ise umutsuzluk. elbette her insan boşluğa düşer ancak umutsuzlugu görmek, bununla yüzleşmek ve nihayetinde kabullenmek cesaret ister. st petersburg işletmecinin ikincil imgesel çıtasıdır aslında. gerçeklik insan bünyesinin kaldırabileceği bir şey olmadığından imgeseldeki yaşamı tercih ederiz. hep oldugumuz gibi göründüğümüzü sanırız. gerçekleri saklarız kendimizden, içselleştiremeyiz, bunu istemeyiz. mantıgımızın bilinçaltımızın bize sunduklarının dışında bir dünyanın var olmak zorunda olduguna inandırırız kendimizi. eylemlerimizin fikirlerimizin,hayallerimizin her zaman bir anlam taşıdıgına inanmalıyız çünkü. bize gerçek hayatı ve yaşıyor oldugumuz gerçeğini unutturacak bir ütopyaya bir otoriteye ihtiyaç duyuşumuz buradan ileri gelir. bu otorite yaşadığımızı düşündürür, yaşayacagımızı hayal ettirir, yaşıyor oldugumuzu ise bizlerden her daim gizler. bizlere anılar ve hayaller sunar ancak ne anılar ne de hayaller bizi gerçeklere, gerçekliğe ve aslında oluyor olanlara götürür. biz sadece gözlerimizi kapattığımızda dünyanın hala orada olduğuna inanmak isteriz, bu yeterlidir.
Bu kurulu düzenin imgesel yönü her ne kadar fazlasıyla güçlü olsa da, gerçekliği unutturmada, umutsuzluğu gizlemede fazlasıyla başarılı olsa da makinenin bir dişlisine dönüşmek, süregelen bir düzenin işleyicisi olmak da bir o kadar sıkıcı ve durağandır.