Bilindiği gibi, sözcük ve eklerin son hecelerindeki ses benzerliğine uyak denir.
Ancak en az iki sözcük ya da ekin uyaklı sayılabilmeleri için bunların sesçe benzemeleri, fakat anlamca ayrı olmaları gerekir. Sözgelimi yaktı baktı sözcükleri uyaklıdır. Fakat bu uyak tılarda değil, yak ve bak hecelerindeki aklardadır; tılar ise belirli geçmiş zaman ekleridir, dolayısıyla aynı anlamdadır.
Öte yandan, örneğin koştu uçtu sözleri de anlamca ayrı ayrı sözlerdir, fakat aralarında bir benzerlik yoktur. tu ekleri de dilbilgisi açısından belirli geçmiş zaman ekleridir, yani onlar da aynı anlamdadır.
Yapı ve anlam bakımından aynı olan eklere, sözcük ya da sözcük gruplarına redif denir. Halk ozanları buna dönerayak diyorlar. Uyak yerine eskiden kafiye sözü kullanılırdı. Halk ozanları ise ayak adını vermişlerdir.
Nazım Hikmetin özgün buluş ve söyleyişteki tartışılmaz üstünlüğünün yanı sıra, uyak yapmada ve onları yerli yerinde kullanmada da su götürmez bir ustalığı vardır. O, şiirlerinde uyağın her türünü kullanmıştır: Yarım uyak (bir ünsüz harf benzerliği), tam uyak (bir ünlü, bir ünsüz harf benzerliği), zengin uyak (ikiden çok harf benzerliği) Hatta pek çok şiirini de uyaksız ve vezinsiz (ölçüsüz) yazmıştır.
Onun şiirlerinden yukarıdaki uyak türlerine ilişkin küçük örnekler verelim (Uyaklı sesler ayraç içinde, redifler yatık çizgiden sonra gösterilmiştir):
Yüzyıl oldu yüzünü gö(r) /meyeli,
belini sa(r) /mayalı,
gözünün içinde du(r) /mayalı
aklının aydınlığına sorular so(r) /mayalı.
(Yarım uyak; Hasretten)
Bizim burada gölle(r)
dumanlıdırla(r).
Balıklarının eti yavan olu(r),
sazlıklarından ısıtma geli(r),
ve göl insanı
sakalına ak düşmeden ölü(r).
(Yarım uyak; Şeyh Bedreddin Destanından)
Dörtnala gelip uzak Asyad(an)
Akdenize bir kısrak başı gibi uzan(an)
Bu memleket bizim.
(Tam uyak; Davetten)