sevme sanatı'nda erich fromm, başarılı olmak için tanrı'yı sevin diyen papazlardan bahsediyor. diyor ki, tanrı'yı yanınızdan ayırmayın demek; tanrı'yla sevgi, adalet, hakikat içinde birleşin demek değil, tanrı'yı iş ortağı yapın demek. nasıl ki kutsal kitapta bahsi geçen insan sevgisinin yerini soğuk bir dürüstlük aldıysa, tanrı da evren limited ortaklığı'nın patronu yerini aldı. samimiyet azalıyor demeyeceğim, her şeyde olduğu gibi o da biçim değiştiriyor. selamün aleyküm diyen kişiye ya allah'ın selamına hürmeten ya da nezaket kuralına istinaden aleyküm selam dersin. müslüman ol ya da olma. ama iş bu haddi çoktan aştı, birer niyet okuyucusu haline geldik. selamı verenin, iyi dilekte bulunanın kim olduğuna; dilinin, dininin, ırkının ne olduğuna bakar olduk. o bizden değilciler türedikçe türedi. insan kırmayı, birer rutin haline getirdik. mevlana, oğluna ne diyordu? "eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen, fena söyleyici, fena öğretici, fena düşünceli olma! çünkü bir insanı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun. işte o sevinç cennetin ta kendisidir." ya birine fena söylediysen? kelimeleri kınından yaralamak için çıkardıktan sonra taşınır mı sırtta o gönül kırıklığı? o yük, kamburlaştırmaz mı omuzlarını? tüm dinlerde yaratıcı, affedicidir. allah'a sığındığında için ferahtır, ama insan öyle değil. hakkını helal etmezse, o hak senle yaşar, senle ahireti görür. ondan sebep, kul hakkından korkarım.
neye yarar onca kötü söz, beddua, kin? için içini köreltmekten başka...