neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    31.
  1. Bugünkü gazete manşetleri, bir ölçüde kutuplaşmaları da betonlaştırabilecek bin bir yorum, uyarı ve eleştirinin de yeniden zembereğini kurmada.
    Bendeniz, 11. cumhurbaşkanından 10'unun Çankaya'ya çıkış ve iniş dönemlerinin takvim yapraklarını paylaşmış bir kuşaktanım.
    ***
    Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı'nda hayat parantezini kapattığında, 11 yaşındaydım.
    Hemen ertesi gün ismet Paşa'nın Çankaya'ya çıkışı genel bir sevinçle karşılanmış ve Atatürk'ün, mirasının bir bölümünü de ismet Paşa'nın çocuklarına bırakmış olması, çeşitli dedikodulara neden olmuştu.
    ***
    O dedikodulardan, Osmanoğulları'nın taht serüvenleri çizelgesine en ilmikli olanı da şuydu:
    Atatürk, ismet Paşa'nın bir suikasta kurban gideceğini tahmin ettiği için, mirasının bir bölümünü çocuklarına bırakmıştı.
    ***
    Suikastı kimlerin hazırladığı üstüne de dedikodular vardı ve fısıltı gazetesine göre, ismet Paşa'yı tezgâhlanmış olan suikasttan Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak kurtarmıştı.
    ***
    Bir yanda Atatürk'ün ölümüne "mersiye"ler, bir yandan da inönü'nün cumhurbaşkanlığına "methiye"ler yazılıyordu.
    Birbirinin bacanağı olan "5 hececiler"den Orhan Seyfi:
    Gidiyor, on yedi milyon kişi takmış peşine;
    Gidiyor, rast gelemez bir daha tarih eşine.
    Diye yazarken, Yusuf Ziya da inönü'yü övüyordu:
    Bir dağ başısın ak saçın altında bulutlar;
    Çizmenle çizilmiştir aşılmaz bu hudutlar.
    ***
    Gazete manşetleri ise, Atatürk ile inönü arasında, yepyeni bir paye dengesi kurmuşlardı.
    Atatürk "Ebedi Şef", inönü "Milli Şef" olmuşlardı.
    ***
    Bugünkü gazeteler 11'inci cumhurbaşkanını manşetleştirmede.
    Ve bendenizin de aklından fantazist bir sahne oyunu geçmede.
    Şöyle ki:
    Osmanoğulları'nın 36 padişah ile, Cumhuriyet'in 11 cumhurbaşkanı bir araya toplanmışlar, "neden bir türlü gelişmiş bir ülke" yaratılamamış olduğunu tartışıyorlar; bir de, "nelerin değişip, nelerin değişmediğini"...
    Kim bilir, izleyicilerde ne kahkaha tufanları yaratacak bir parodi çıkardı ortaya.
    ***
    Şu sıralarda eminim ki hiç kimse, geçenlerde Portekizli genç bir misafirimizle birlikte uğradığımız ve artık TBMM'nin denetimi altına girmiş olan Ihlamur Kasrı'nın tarihçesini düşünmüyor.
    ***
    O muhteşem bahçeler, 1720'lerde III. Ahmet döneminde Hacı Hüseyin Ağa'nın bağlarıymış.
    Hacı Hüseyin Ağa da Kasımpaşa'da Tersane Emini imiş.
    Ama sonradan, akıl almaz yolsuzluklarla zimmetine servetler geçirdiği ortaya çıkınca; mallarına el konmuş ve kendisi de cellata teslim edilmiş.
    ***
    Hacı Hüseyin Ağa'nın bağları, sarayın mülkiyetine geçtikten sonra, uzun yıllar unutulmuş.
    Nihayet Dolmabahçe Sarayı'nı da yaptırmış olan Sultan Mecit, sarayın yapımından arta kalmış malzemeyle, sarayın ünlü Ermeni mimarı Nikogos Balyan'a yaptırmış Ihlamur Kasrı'nı.
    ***
    Neler ve neler yaşamamış ki Ihlamur Kasrı ve çevresine eklenen albenili resmi kasırlar...
    Sultan Mecit, şair Lamartine'i de orada kabul etmiş; Sultan Aziz de oralarda hem güreş tutmuş, hem de horoz ve koç dövüşlerini izlemiş.
    ***
    Geçenlerde o bahçelere uğradığımızda; bir kez daha okşayasım geldi, dinozorlar döneminden günümüze kadar uzanmış "ginkgo biloba" ağaçlarıyla, yüz yılı aşkın, uzun mu uzun gövdeli akasyaları ve "resmi tarih"lerin çok ötesini görüp yaşamış ıhlamurları.
    ***
    Bahçeler çok bakımlı, çok düzenli... Oraların sorumluluğunu hangi dostlar yüklemişse; hepsini tek tek yürekten kutlar ve kimsecikler duymasa da alkışlarız.
    ***
    Dünkü Milliyet'te Gökhan Karakaş'ın haberi, bütün bunların çok çok dışındaydı. 1'inci sayfada "istanbullu yağmura sevinemedi" diye bir başlıkla başlıyor, sonra da şöyle devam ediyordu:
    "iki damla yağmur istanbul'u felç etti - Dikkatsiz sürücüler yüzünden istanbul'un aylardır beklediği yağmur, trafiği birbirine kattı. Kentte meydana gelen 40'ın üzerindeki kaza nedeniyle kilometrelerce araç kuyrukları oluştu"
    ***
    Dünkü Hürriyet'te ise eski Dışişleri bakanlarından, Em. Büyükelçi ilter Türkmen, köşe yazısını şöyle bitiriyordu:
    "Türbülansa yakalanmış bir uçağa benziyoruz. Kavgalar ve kutuplaşmalar içinde ülkenin gerçek gündemi unutulup gidiyor. Bu gündem ise cumhurbaşkanı seçiminden hemen sonra bizi çok zorlayacak."
    ***
    Geçtiğimiz pazar, torunum Sanem Altan Seten ile ibrahim Seten'in yavruları Leyla'yı bir kez daha gördüm.
    Bendenizin oğlu, Sanem'in de babası Ahmet Altan'da buluştuk. Leyla da salonun ortasına serilmiş cicili bicili özel örtüsü üstünde, boyuna bir yanına dönmeye uğraşıyor, küçük sesler çıkararak ellerini ayaklarını oynatıyordu.
    ***
    Minicik ellerine dokunur, yüzüme takılan kocaman gözlerine ve yumucuk yanaklarına bakarken...
    Orhan Veli'nin değişiveren mısraları dolanıyordu yüreğimde:
    Baka kalırsın torununun minicik Leyla'sına
    Gelecek yılların denizlerinde
    Hiç yok ki yüzme olanağın...
    Serde büyük dedelik var,
    Gösteremezsin gözlerinin dolduğunu.

    ***
    Leyla, Ahmet Altan'ın kucağında, nasıl da minicik ellerini uzatıp dayıyordu oğlumun göğüslerine...
    ***
    Bugünkü gazete manşetleri, Ihlamur Kasrı, gelecek yıl...
    Bir yanda "makro-kozmos"un, 1 milyar ışık yılı uzaklığından bakılınca, galeksiler arasında kaybolup giden Dünya'mız...
    Bir yanda "mikro-kozmos"un DNA'lar örgülenmesindeki çarpıcı sonsuzluğu...
    ***
    Bir yanda da, Dünya'ya geleli henüz 1 saat olmuşken gördüğüm mini minicik Leyla'nın, 3 aylık büyümüşlüğüyle çıkardığı sesler eşliğinde zaman zaman buruşan yüzü ve boyuna ağzına sokup çıkarmadığı parmakları...

    çetin altan
    0 ...