bundan beş yıl önce filmi açmış, ilk sahnelerde allen'ın sinema sırasında, çok konuşan adama hayıflandığı yerde sıkılıp kapatmıştım.. belki bir iki dakika daha dayansaydım, woody allen'ın dönüp kamerayla konuşmasını görüp filmi sıkılsam bile izlemeye devam edebilirdim.
bu zamana kadar da öylece durdu ve bekledi beni. eh her şeyin bir zamanı var, beş yıl önce dişimi sıkıp izlemiş olsaydım kesinlikle ağır eleştirilerle kafama yer edinecekti.
peki ya şimdi?
harikulade.
bilmiyorum belki kendimden çok şey buldum diye. erkeğin ölüm, kadının şiir kitaplarını okuması beni çok güldürdü. son bir-iki senedir ölümle kafayı bozmuş durumdayım ve hayatıma bu süre zarfında giren tek kadın da şiir hastası.
filmi izlerken kendimi ve ilişkilerimi gözlemliyor gibi hissettim. ne kadar katlanılmaz bir insanım!
her neyse, woddy allen'ın midnight in paris, barselona, match point'inden sonra -roma'yı beğenmedim, doğruya doğru- geldiğim annie hall beni gayet tatmin etti.
farklı çekim teknikleri, altyazıda geçen düşünceleri (kaçırdım neredeyse hepsini ama olsun), kadın ile erkeği ayırıp terapiste konuşturması çok hoştu.
izleyin efendim.
ha ilişkiler mi? evet, hep bir acı var. sadece henüz bilemediğim; yalnızken mi yoksa bir kadın varken mi daha çok acı çektiğim.
edit: bazıları gülmediklerini söylüyorlar ama ben epey bir kahkaha attım. bilmiyorum woody allen'ın mizah anlayışına alıştım belki de.. yan etkiler'le, sırf anarşı'yi okumuştum birkaç ay önce de. yine epey eğlenmiştim, sağ olsun, ruhuma mutlulu kattı.
edit2: aklıma gelmişken, ilk sahnede arkada "ingmar bergman" afişine dikkat! woddy allen'ın bergman'ı beğendiğini ve ondan izler taşıdığını unutmamak gerek. bergman sahiden bir dahi, üstad.