Bense ağlarken, yine deli gibi gülmeye başladım . Çünkü adam iyi manevra yapmıştı ve çocuk teyze demesine rağmen, abla kelimesini kulanmıştı.Cebinden bir mendil çıkarıp bana verdi. Alın lütfen, hastaneye falan gitmek istermisiniz dedi.Doğru dedim, adam iyiden iyiye bir delinin yanında oturduğuna inanıyor, ne yapsın? Hafifçe diklendim, verdiği mendille göz yaşlarmı sidim, boğazımı temizleyip, teşekkür ederim bu gün ne oldu bilmiyorum, kusura bakmayın dedim. Adam, insanız sonuçta önemli deil dedi, bunu derken uzaklara bakıyordu ve üzgün gözüküyordu.Ben hızlıca ayağa kalktım ve elimi uzatıp teşekkür edirim dedim.O da ne demek, ismim Deniz dedi, ben de alel acele ben de Mine memnun oldum dedim ve kapıya doğru yürüdüm.
Ardan haftalar geçti,parkın yakınlarından bile geçmemek için öyle bir gayret gösteriyordum ki, sürekli yoları uzatıyordum,utancımdan ya şurdan karşıma çıkarsa ya burdan karşıma çıkarsa diye. Bir gün çok üzüntülü ve yine sebepsiz yanlızlıklarımın üstüne çöktüğü, çevremde ki yığınla kalabalıktan , alıp içime birini dahi sokamadığım, acımın sevincimin gerçekçilğini paylaşamadığım çevrelerimden kaçtığım bir an, parkın içersinden geçerken buldum kendimi. ilk an korkudan bakamadım ileriye, ya ordaysa yada yoksa diye, aslında ordaysadan çok ya yoksa diye, öyle uhtaçtım ki bir nebze yalnızlık paylaşımına, bir kırıntı sorgusuz sualsiz anlayışa......
Bankım yine boştu bu gün hava biraz yağmulu ve kapalıydı, yerime oturdum ve sigaramı çıkardım. Halbu ki bir yıldır da içmiyordum. Ve ağaçların altını araştırdı gözlerim ve gördüm . O arkası dönük, bir şeyler çekiyordu, sanırım yerde ki yaprakları çekiyordu. Sevindim . Çantamı alıp yanına giitim." Rahatsız ediyor muyum Deniz Bey kolay gelsin" dedim. Arkasını döndü, "merhaba Mine Hanım, nasılsınız, daha iyi görünüyorsunuz" dedi. Sonra güzel bir sohbete başladık, yanlızlık ve paylaşılmamışlık duygum öyle ağırdı ki, salt bu kayboluşun esiri olmamsak için, sırf bende bir yerlerde birileriyleyim ve insanca, karşılıksız , menfaatsiz konuşuyorum demek için konuştum..
Yaklaşık bir saat fotoğrafçılık üzerine, son yeniliklerden ve daha çok onun konuşmasına izin vererek geçirdik. Hava iyice soğumaya başladığında ise, Çemberlitaş'ta bulunan tarihi bir kafede sohbetimize devam edelim mi diye sordu. Ben biraz sıkılmıştım. Ama yanlızlık duygusunun o karabasanından ve evde bilgisayar başında geçen soğuk ve acımasız saatlerinden sonra evet dedim ve kafeye doğru yola koyulduk. Kafede biraz ben kendimden (daha çok kariyer ve iş ağırlıklı), biraz biten evliliğimden bahsettim. Deniz'de kötü ve yanlış görünen hiç bir şey yoktu. Pırıl pırıl parlayan zeki ve masmavi gözleriyle bir afacan çocuk gibiydi.Arada bir konuşurken, utanır gibi yapıp yere bakması, ayaklarıyla yerde bir ileri bir geri oynaması, saf temiz bir çocuktu işte..
Akşam olmuştu, saat ona doğru geliyordu ve bu çoşkulu çocuk hiç susmayacak gibi gittiği ülkeleri anlatmaya başlamıştı. Onu kıskanmıştım çünkü yaşamak için çoşkusu vardı, amacı vardı, niye varolduğunu sanki çok iyi biliyordu.. Birden yine çocukluğum aklıma geldi. Kahvaltıdaydık, üçümüz oturup başlarımız önümüzde konuşmadan yemek yiyorduk. Ben birden ağlamaya başladım, annemle babam korkup telaşlandılar. Neyim olduğunu sordular. Bense korkuyorum dedim, sadece korkuyorum. Neden dediler?
Sessizlikten, her yer sesiz, siz sessizsiniz, dayanamıyorum dedim.. Denizin sesiyle irkildim " çok mu "sıktım,bunalttım galiba sizi " dedi. "yo estafurlah dedim, sadece geçmişe gittim bir an "dedim.