bu yazının konusu veya bir kurgusu yok. sadece yazmak için yazılması hedeflenmiştir.
(...) başladım işte konuşmaya, içimi döküyorum içten içe, çok samimiyim o kadar samimiyim ki kendime bile bu kadar samimi olduğumu hatırlamıyorum. yani insan kendine çok samimi olamaz. aynanın karşısına geçip kendinle konuşmazsın. konuşmaya başlayınca peşi sıra geliyor aslında her şey. düşüncelerde boğulmak, kendini kendinde anlamaktan ziyade samimiyetini baltalamaktan başka bir işe yaramıyor gibi. ne diyordum işte aldım karşıma başladım konuşmaya. dinlemesi ya da dinlememesi önemli değildi anlaması ya da anlamaması da önemli değil önemli olan şey benim korkaklığı yenip konuşmaya başlamamdı. gözleri ve dudakları arasında gidip geliyordu bakışlarım. tabii ki gözlerde yer yer takılıyor, ani bir manevrayla gözlerden kaçarak tekrar dudaklara buluyordum kendimi. dikkatim dağılıyor ama çabucak toparlamayı başarabiliyordum. sessizliğin sinir bozuculuğuna izin vermeden dolduruyordum (zam)anı hafif tiz sesimle. anlattıkça anlıyordum. o anlıyor mu onu bilmiyordum ama hız kesmeden devam ediyordum. kararlılığım farkına varıyor bununla gurur duyuyordum. söylemek değilde söylemin arkasında durmakta gizliydi her şey ve en çok bu huyumu seviyordum. ''ne istediğini bilmek''. çok anlamalı olmasa da istemek ve isteğine, gereken değeri verebilmek. evet şimdi daha net canlanıyor gözümde. almaktan ziyade gerektiği kadar denemekti aslolan. (...)