Yüksek izninizle önce biraz dertleşmeye çalışacağım. Dün sabah saat 6.55'te Göztepe'de elektrikler kesiliverdi.
Tam o sırada NTV kanalında Oğuz Haksever'in tekrarlanan bir programı vardı ve ekranda Atatürk'ün bir fotoğrafı görünüyordu.
Atatürk bir kolon salıncağının üstünde ayakta, golf pantolonu, düğmeli uzun ceketi, kravatı ve kasketiyle gülerek kolon vuruyor gibiydi. Çevresinde de, kaçının başının kapalı olduğunu saptayamadığım bir yığın hanım toplanmıştı.
* * *
Her sabah olduğu gibi gazetelerin gelmesini bekliyordum ve bu bekleyişi -moda deyimle- vurgulamak için de; sokak kapısının dış tokmağı üstüne, kapıcıya hitaben yazılmış "zili çal" kartonunu yerleştirmek üzereydim.
* * *
O saatlerde evin içi henüz loş olduğundan, antrenin elektriğini yakmak istedim. Elektrik yanmadı. Önce çok eskidiği için yeni değiştirilmiş olan elektrik mandalının iyi bağlanmamış olduğunu, sonra da ampulün miyadını doldurmuş olabileceğini düşündüm.
Meğer elektrikler kesilmiş.
* * *
Çalıştığım odanın elektrikleri de sönmüştü, kliması da durmuştu, üstünde sabah çayının demlenmekte olduğu elektrikli çaydanlık da devre dışı kalmıştı.
* * *
Acaba ne kadar sürecekti bu elektrik kesintisi?
"Devlet" kavramının çağdaş bir tanımlamasının dahi yapılamadığı ve MGK'dan "devletin zirvesi" diye söz edildiği bir ülkede, elbet de her türlü aksaklık doğaldı.
* * *
Ama bendeniz yerden 50 metre yükseklikteki bir dairedeydim ve asansörler de stop ettiğinden, -225 basamaklı merdiveni inemeyeceğim için- daha güne başlarken evde mahpus kalmıştım.
* * *
Enseyi karartmamak gerekiyordu.
Termometrenin 28.5 dereceyi gösterdiği loş bir odada da, yazabilirdim yazıyı. Gerçi gazetelerin ne manşetlerini, ne haberlerini, ne yazılarını görmüştüm ama, olsun.
* * *
Zaten dost bir barmenin özel olarak yaptığı alkolsüz bir meyve suyu kokteylini anlatmayı düşünüyordum.
içine azıcık da şarap konulan bir italyan pilavının dahi, olmadık polemikler yarattığı Türkiye'de; vatanıma, milletime, devletime, halkıma, bayrağıma, tarihime, dinime, diyanetime layık olabilmenin bir çaresi de; Çamlıca tepesindeki çay bahçesinde arkalıksız alçak hasır sandalyelerde oturan dostlarla; Kalamış Marina'sının iskelesi yanındaki terasta güneşlikler altında oturan dostların, hiç değilse görünüşlerini buluşturmaktı.
* * *
Bu da, şık bardaklarda, bir kıyısına 4-5 siyah üzümlü bir salkımcığın süs olarak konduğu, çift pipetli alkolsüz meyve suyu kokteylleriyle sağlanabilirdi.
* * *
Bir kez cümle alem inanmıştı, "devlet"in Ağrı Dağı gibi bir zirvesi, yamaçları ve etekleri olduğuna...
Hazine'den geçinmeli atanmış, üst düzey kamu görevlileri de zirvedeydi, seçilerek parlamentoya girmiş ve "yürütme erki"ne katılmış birkaç makam sahibi de...
* * *
Acaba "devlet"in yamaçlarıyla eteklerini oluşturanlar kimlerdi?
Valiler, emniyet müdürleri yamaçlarda; kaymakamlar, emniyet amirleri ve komiser muavinleri de eteklerde miydi?
* * *
Bir de belediye başkanları vardı. Onlar "devlet"in ne zirvesinde, ne yamaçlarında, ne eteklerinde görünüyorlardı.
Belediye başkanları, "devlet"in neresindeydiler acaba?
* * *
Bütün bu "entel" takılmalara boş verip, alkolsüz meyve suyu kokteylinin formülü üstünde durmak en iyisiydi. Üstelik alkollü olarak da içebilirdi isteyen. TCK'nın 301'inci maddesi, her ikisini de suç saymıyordu.
* * *
TCK'nın 301'inci maddesi, tanımlaması bir türlü yapılamayan "devlet"in, "aşağılanıp aşağılanmadığını" kerterize almıştı.
Örneğin "Bu ne biçim devlet" sorusu, sakıncalı bir soruydu.
Bir "eleştiri" olarak değil de, bir "aşağılama" olarak da yorumlanabilirdi.
* * *
Meyve suyu kokteyli, ananasla portakal suyu ve fındık şurubu karışımından oluşuyordu; içine birkaç küçük dilim limon ve portakal kabuğu da atılarak...
* * *
Çamlıca tepesinde, arkalıksız alçak hasır iskemlelerde oturan dostlar da; şık bardaklarda, kıyısı küçük bir salkım kara üzümle süslenmiş, alkolsüz meyve suyu kokteylini çift pipetle içmeye başlasalar; Kalamış marinasının teraslarındakilerle aralarında, görüntü olarak pek bir fark kalmazdı.
Bir hayli burjuvalaşmış gibi olurlardı.
* * *
Neyse elektrikler 7.15'te geldi. Elektrikler yandı, çay yeniden demlenmeye başladı, klima çalıştı.
Kapıcı da getirdi gazeteleri.
Ve bendeniz saat 8.10'da geçtim bizim pancar motorunun başına...
60 yılı aşkın bir süredir böyle bu.
* * *
"Devlet" kavramının çağdaş bir tanımlaması bir türlü yapılamamış olsa da; en azından istanbul'un alaturka semtlerindeki çay bahçelerinde, alkolsüz meyve suyu kokteylinin yaygınlaşacağına dair umudum bir hayli.
* * *
Ne hangi padişahların, hangi ırktan gelmiş annelerin çocukları olduğuyla ilgileniyorum; ne Nef'i'nin:
Türk'e hak çeşme-i irfanı haram etmiştir
mısraıyla; ne de sağır kulaklardan usanmış bir Osmanlı şairinin:
Yok ise nağmeni takdir edecek guş (kulak)
israf-ı nefes eyleme tebdili mekan et
diye usanmışlığını seslendirmesiyle.
* * *
Sıcak bir cumartesi gününde, şöyle iyice serin alkollü - alkolsüz bir meyve suyu kokteyli; ajans haberlerinden fışkıran öfke ve şapşallık kokteyllerine bin basar...
* * *
Bilemiyorum, hangisini yeğleyenlere ne demeli?..
Hadi hepsine birden:
- Afiyet olsun!