Gişenin önündeyim. Filmin başlamasına 10 dakika var. Gişe önü kalabalık. "Aha yer yoktur, geç kaldık" diyorum kendi kendime. Gişe memuruna "Behzat Ç. 3 kişi" diyorum. Salon dolu. Tekli yerler var. Arkadaşlarla birbirimizin yüzüne bakıyoruz. Olsun be, diyoruz. Ayrı ayrı yerlerde otururuz. Birinin kısmeti en ön sıra. Biletleri alıp sinema salonunun önüne gidiyoruz. Bileti bir bakıyorum, Hükümet Kadın 2 yazıyor. "Hassiktir be rıfat abi" diyor ve gişeye yöneliyorum. filmin başlamasını 2-3 dakika var. Bileti değiştirmek istediğimi söylüyorum. O da ne! Behzat Ç.'nin oynadığı salon bomboş. Bir burukluk oluşuyor içimde. Koskoca sinema salonuna üç kişi Behzat Ç.'yi izlemeye giriyoruz.
--spoiler--
Serdar Akar'ın bir röportajında filmi Haziran Direnişi'nden önce çektiklerini, benzerlikler olduğunu anca gezi olaylarını kapsamadığını falan söylemişti. Gerçekten öyle midir, yoksa film çekilmiş ve ardından 'arkadaş, biz bu olayları filmin içine serpiştirmeliyiz' diyerek senaryoya ek mi yapılmıştır bilemem ama filmde senaryosal anlamda kopukluklar mevcut. Birkaç cinayet etrafında, polis baskısı ve zulmü işlenmek istenmiş; ancak Haziran olaylarına bağlama çabası iki olay arasında bir bağlantıdan çok kopukluk meydana getirmiş. iki farklı konuyu nasıl birbirine bağlanacağı şaşırılmış ve ortaya "silah tüccarlarının savaşı" atılmış.
Evet, film olmamış. Ama bu adamlar otursunlar birbuçuk saat boyunca geyik yapsınlar, ben gider yine sinemada izlerim. Sıkılırım, saate bakarım ama gider izlerim. Bu adamlar, ülkede hiçbir senaristin ve yönetmenin yapamadığını yaptılar ve ülkedeki kokuşmuşluğun, bürokrasinin, adaletsizliğin, polis teşkilatı içindeki pisliklerin üzerine gittiler. Yürek ister...
Sonuç olarak, biraz önce bahsettiğim gibi düşünmüyorsanız, filmden hiçbir zevk almamanız mümkündür. Zira, çok havada kalmış, konu bütünlüğü olmayan bir film duruyor olacak karşınızda.