Ortaokuldaydım masa tenisi oynuyordum, her haftasonu 5 ocak stadyumu'nun altında ferdi turnuvalar düzenlenirdi. hocamız gelişelim diye her turnuvaya götürürdü bizi. uzun bir süre ilk karşılaşmada elendim, tabii ki eve erken dönüyordum turnuvaya erken veda edince. sonra yavaş yavaş daha çok tur atlamaya başladım her turnuvada. Bir gün şanslı bir kura çektim ve final oynadım, final maçı da baya uzun sürdü, toplam 5 set oynadık ve her topta ralli en az 1-2 dakika sürüyordu. 3-2 yenildim ama bu yine de 2. olduğum anlamına geliyordu. 2. oldum lan boru mu? antrenmanlarımı sunta bir masada yapıyordum, file bile yoktu, aynı yükseklikte bir tahta parçasını tam ortaya koyup file niyetine kullanıyorduk, fakir bir okulduk. Buna rağmen 2. oldum, bildiğin başarı öyküsüydü benim için o yaşlarda...
üçüncülük-dördüncülük maçını da bekledikten sonra madalya törenine katıldım. eve gidişim baya baya gecikmişti, ama ben bunu fark edemeyecek kadar küçük ve sevinçliydim. madalya kazanmıştım ve bunu ailemle paylaşmak için can atıyordum. eve de yürüyerek gidip gelmek zorunda kalıyorduk. bu da 2 saatimi falan almıştı, iyiden iyiye geç kalmıştım yani... sonunda eve vardım, kapıyı çaldım, kapıyı dayım açtı. boynumda madalya var, sımsıkı tutmuşum sürpriz yapacağım, benimle gurur duyacaklar zannediyorum, tam ağzımı açıp sevincimi paylaşacağım sırada bir tokat yedim ki sormayın. parçalasan tavayı doldurmayacak kadar küçük bünyeme dayım bir tokat aşk etti ki, bir tokat da duvardan yedim.
cep telefonu yok tabii o zaman... bizimkiler meraklanmış, saatler geçmiş eve gelmemişim, evde dayımı bırakıp beni aramaya çıkmışlar, polise falan gideceklermiş az kalsın.
madalyayı tuttuğum gibi fırlattım dışarıya, ilk madalyam da böylece heba olmuştur. sonra dayımla hiçbir zaman yıldızım barışmadı, büyüyünce bile bir kaç sefer bütün eşyalarını camdan dışarı atıp evden kovmuşluğum dahi vardır.