curriculum vitae

entry9 galeri
    1.
  1. Uzundur gece,
    uzundur, ölemeyen
    adam için, uzun süre
    yalpa vurur çıplak bakışları
    sokak lambalarının altında,
    içkili soluğuyla körleşen gözleri
    ve tırnaklarının altındaki et kırıntılarının
    kokuları, uyuşturmaz her zaman, Tanrım,
    uzundur gece.

    Beyazlaşmıyor saçlarım,
    çünkü ben, makinelerin rahminden çıktım
    sürünerek, çamkatranı pembe bir çizgi
    çekmiş alnıma ve saç örgüsüne,
    saçlarda karbeyazı boğulmuş. Ama ben,
    büyük reis, yürüdüm onçarpıyüzbin
    ruhluk kent boyunca ve ayaklarım,
    onçarpıyüzbin soğumuş barış çubuğunun sarktığı,
    deri kaplı gökyüzünün altında kırkayaklar gibi
    kaynaşan ruhlara bastı. Çoğu kez
    meleklerin huzurunu istedim kendime,
    bir de dostlarımın çaresizlik çığlıklarıyla
    dolmuş av bölgelerini.

    Ayakları ve kanatları iki yana açılmış,
    herkesin bildikleriyle havalandı gençliğim,
    kirli su birikintilerinin ve yaseminlerin üzerinden
    uçularak varıldı, kare köklerinin gizini saklayan gecelere,
    şimdi ölümün söylencesi, sanki her saat penceremde,
    kurt sütü verin bana ve gırtlağıma benden öncekilerin
    kahkahalarını akıtın, eğer safaların üstünde
    uyuya kalırsam, ve eğer görürsem utandırıcı bir düşte
    düşünmeyi beceremediğimi, ancak yılan biçimi
    saçakların püskülleriyle oynayabildiğimi.

    Annelerimiz de düşlemişlerdi
    erkeklerinin geleceğini,
    pek etkileyiciydi gördükleri,
    her biri devrimci ve yalnızlığına gömülmüş,
    ama bahçede, duanın ardından,
    yalazlanmış otların üstüne eğildiklerinde,
    aşklarının geveze çocuğuyla eleleydiler.
    Söyle, benim kederli babacığım, neden
    susmuştunuz o zamanlar,
    düşünmeyi sürdürecek yerde?

    Gecelerden birinde yitip gittiğinde insan,
    ateş etmeyen bir topun yanında
    ve ateş fıskiyelerinin ortasında,
    kahredesiye uzundur gece; sarılık olmuş
    ayın atığının, safra rengi bir ışığın altında,
    iktidar özlemiyle dolu bir düşün ardından
    fırtına gibi geçip gitti (engelleyemediğim) kızak,
    içinde kürklere bürünmüş tarihle birlikte.
    Uyuduğumdan değil: Uyanıktım aslında,
    buz iskeletlerinin arasında aradım yolumu,
    eve döndüm, kollarıma sarmaşıklar doladım
    ve bacaklarıma, güneşin kalıntılarının yardımıyla
    yıkıntıları aklaştırdım.
    Kutladım büyük bayramları,
    ve ancak müjdelendikten sonra,
    ekmeği ikiye ayırdım.

    Büyük izler bırakan bir zamanda,
    çabuk gitmelidir insan, bir ışıktan
    ötekine ya da bir ülkeden bir başkasına,
    gök kuşağının altında, pergelin ucu yürekte,
    odak noktası alınan ise, gece.
    Alabildiğine açık. Dağlardan
    göller, göllerin içinde dağlar görünür,
    ve bulutların arasında, çalar
    birinin dünyasının çanları.
    Kimin dünyası olduğunu öğrenmek ise
    bana yasaklanmıştır.

    Bir Cuma günü oldu
    -oruçluydum yaşamım adına,
    havadan sanki limon suyu damlamaktaydı
    ve kılçıklar saplanmıştı damağıma-
    o sırada bir yüzük çıkardım
    açılan balığın içinden, doğumumda
    gecenin nehrine atılmış ve batmıştı.
    Onu geceye geri verdim.

    Ah, keşke korkmasaydım ölümden!
    Bulabilseydim sözcükleri,
    (kaçırmasaydım),
    dikenler olmasaydı yüreğimde,
    (güneşi vurabilseydim),
    olmasaydı ağzımda bu susamışlık,
    (vahşi suları içmeseydim),
    açmasaydım kirpiklerimi,
    (sicimi görmeseydim).

    Gökyüzü mü çekip götürdükleri?
    Taşımasaydı eğer yeryüzü beni,
    çoktan uzanmış yatıyor olurdum,
    çoktan yatardım, gecenin
    olmamı istediği yerde,
    daha kabartmadan burun deliklerini,
    ve ayağını kaldırmadan
    yeni darbeler için,
    hep peşinde yeni darbelerin.
    `Hep gece.
    Ve gün,hiç yok`.

    Ingeborg Bachmann
    0 ...