4 tane entry girdim adam gibi bir cevap gelmedi. bu 5. ve son entrimdir.
fizik kuralları, doğa kanunları...
stephen hawking bile ''ama bu nasıl olabilir'' dediğinde ve çözüm bulamadığında her şeyi tesadüfe bağlar.
binlerce fizik kanunu ve doğa yasası tamda olması gerektiği gibi oranlardaysa ''ama bu nasıl olabiliyor'' sorusuna verilecek en son cevaptır ''tesadüfler silsilesiyle'' şeklinde bir cevap. binlerce fizik yasası ve doğa kanunu elbette ki yaratıcının mucizesidir.
şimdi işin kökenine inelim de evrimciler de bir şeyler öğrensin.
zaman hep evrimcilerin aleyhine işlemiştir 150 yıldır. 150 yıldır hep ortaya yeni bir teori atılmış ve gelişen teknolojiyle bunlar çürütülmüştür.
mesela darwin mikropların cansız maddelerden kolaylıkla oluşabildiğini söylemiş ve bilim dünyası bunu kabul etmişti. louis pasteur bunu kolaylıkla çürütmüştü. tıpkı bozulan etlerde oluşan kurtların aslında sinekler tarafından bırakılan yumurtalardan oluştuğu gibi.
bir diğer örnekte alexander oparin isimli rus evrimci biyologtur. oparin, evrime göre tüm canlıların ortak atası sayılan ilk canlı hücrenin nasıl oluştuğunu açıklamaya çalıştı. yani kendisine ''peki ilk hücre nasıl oluştu'' sorusuna dolu dolu bir cevap vermek için ''hücrenin cansız maddelerden tesadüfler silsilesiyle oluştuğunu'' savını kullandı. oparin sonradan ''hücrenin kökeni evrim teorisinin en karanlık noktasını oluşturmaktadır'' itirafını yapmak zorunda kaldı.
kaldı ki oparin i desteklemek amaçlı deneylerde yapıldı. amerikalı kimyacı stanley miller 1953 yılında ilkel dünya atmosferinde olduğunu iddia ettiği gazları bir deney düzeneğinde reaksiyona sokarak bir kaç basit organik molekül elde etti. oysaki deneyde kullanılan gazların dünyanın ilk dönemlerinde atmosferde bulunan gazlardan çok farklı olduğu daha sonradan anlaşıldığında miller da yaptığı sahtekarlığı itiraf etti. pis herif.
yani ilk ata hücrenin nasıl oluştuğuna hiçbir zaman cevap verilemedi. nasıl verilsin lan? ünlü evrimci jeokimya profesörü jeffrey bada 1998 yılında earth dergisine;
''bugün 20.yüzyılı geride bırakırken hala 20.yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz en büyük çözülmemiş problemle karşı karşıyayız, hayat yeryüzünde nasıl başladı?''
yani koskoca jeffrey bada bile anlamıştır ki hayat yeryüzünde tesadüfler silsilesiyle yada cansız maddeden türeyerek başlamamıştır... anlaşıldı di mi evrilenler?
yani aslında evrim teorisinin en büyük açmazı canlı hücresinin raslantılarla açıklanamayacak kadar akıl almaz kompleks yapısıdır. bütün canlılar 1 mm'nin yalnızca %1'i büyüklüğünde olan bu hücrelerden meydana gelir. bazı canlılarsa sadece bir tek hücreden oluşur. ancak bu tek hücre bile inanılmaz kompleks yapıya sahiptir.
darwin döneminde hücrenin kompleks yapısı bilinmiyordu. o zamanın ilkel mikroskoplarında hücre basit bir leke gibiydi. ancak 20.yüzyılda geliştirilen elektron mikroskoplarıyla canlı hücresinin hiçbir şekilde tesadüflerle açıklanamayacak derece karmaşık ve düzenli bir yapı olduğunu meydana çıkardı. canlı hücresi birbiriyle uyum içinde çalışan binlerce küçük parçacıktan oluşmaktaydı. hücrenin içinde bir benzetme yaparsak enerji santralleri, gelişmiş rafineriler, dev bir bilgi bankası, fabrikalar ve depolama sistemleri bulunur. zarındaysa hücreye giriş çıkış kontrollerini yapan adeta bilinçli kapılar vardır. * hücrenin varlığını sürdürebilmesi için bütün bu organellerin aynı anda var olması zorunludur. bu denli iç içe geçmiş ve karmaşık bir sistemin raslantılarla ortaya çıkmasıysa mümkün değildir. bugün en ileri teknolojiye sahip laboratuvarlarda bile cansız maddeler bir araya getirilerek canlı bir hücre üretilemez. bunun imkansızlığından ötürü cansız maddeden canlı hücre üretme yolundan vazgeçilmiştir bugün. işte evrim teorisi bu kompleks canlı hücrenin tesadüfen, kendiliğinden oluştuğunu söylemektedir.
fred hoyle bu durumun imkansızlığını ''tesadüfler sonucu bir canlı hücresinin meydana gelmesi, bir hurda yığınına isabet eden kasırganın savurduğu parçalarla tesadüfen bir boeing 747 uçağının oluşması kadar imkansızdır'' şeklinde, harika bir şekilde açıklar.
modern biyokimya sadece hücrenin değil, hücre çekirdeğinde bulunan dna molekülünün de akıl almaz bir tasarıma sahip olduğunu gösterdi. dna molekülünün bir tasarım harikası olan karmaşık yapısı 1955 yılında james watson ve francis crick isimli 2 bilimadamı tarafından keşfedildi. bu canlılığın daha önceden tahmin edilenin aksine çok daha ötesinde bir kompleksliğe sahip olduğunu gösterdi. bu buluşuyla nobel ödülü alan francis crick, kendide bir evrimci olmasına rağmen dna gibi kompleks bir yapının kesinlikle tesadüfen ortaya çıkamayacağını kabul etmek zorunda kaldı.
dna her canlı hücresinin çekirdeğinde saklı duran dev bir moleküldür. canlının sahip olduğunu bütün fiziksel özellikler bu sarmal biçimdeki molekülde şekillenmiştir. gözümüzün renginden iç organlarımızın yapısına, hücrelerimizin şekil ve fonksiyonlarına kadar her türlü bilgi dnada ki gen adı verilen bölümlerde programlanmıştır. dna şifresi 4 farklı molekülün diziliminden oluşur. bu 4 molekülün her birini birer harfe benzetirsek dnayı 4 farklı alfabeden oluşan bir bilgi bankası olarak kabul edebiliriz. bedenin tüm bilgisi bu bilgi bankasında toplanmıştır. dnadaki bilgileri bir kağıda dökmeye kalkarsak bu bilgiler yaklaşık 1 milyon ansiklopedi sayfası büyüklüğünde bir yer tutar. yani anlayacağınız britanica ansiklopedisinin 40 katı büyüklüğünde bir ansiklopediye eşittir ama bu inanılmaz bilgi milimetrenin %1'i kadar olan hücrelerimizin ondan daha da küçük çekirdeklerinde saklanmaktadır. çay kaşığına sığabilecek boyuttaki bir dna zincirinin bugüne kadar dünya üzerinde basılmış tüm kitapların bilgisini saklayabilecek kapasitede olduğunu hesaplanmaktadır.
tüm bunları anlatma nedenim şu;
hangi insan evladının aklı tüm bu söylediğim muhteşem yapıların kendiliğinden ve tesadüfen oluştuğunu söyleyebilir? tüm canlılığı tesadüflere dayandıran evrim teorisi dnanın bu inanılmaz kompleksliği karşısında çaresizdir yalan mı?
anlattığım dnanın, hücrenin ve tüm canlılığın evrilmesinin imkansızlığını normal bir insan aklı anlayabilir.
işin kökeninde mantık yok yani.
neyse yoruldum yazmaktan, işlerim var ben gidiyorum.*