annelerimizin küçükken büyük bir zahmetle kabuklarını ayıklayıp, biriktirip ağzımıza kattığı çekirdek.
oysa şimdi hiç de öyle değil. market raflarında ay çekirdeği içi mevcut, satılıyor. şaka gibi.. ilk gördüğümde başımdan kaynar sular dökülmüştü. o kadar keyif veren bir hedenin mutlaka bir zahmeti olmalıydı. oysa yok, bu ay çekirdeği içi denen mezetin ne kabuğu var, ne dilimizi ısırtma derdi, ne de çürük çıkma derdi var. bildiğin sefalık birşey.. hani cem yılmaz'ın bahsettiği altın çekirdek, ya da g.te buzlu badem fantezileri gibi birşey.. zengin hastalığı çağımızdan önce varmış da insan bu tip şeyleri görünce acaba bazı hastalıklar hakediliyor mu diye de düşünmüyor değil. ancak bim'e kadar düştüğüne göre sanırım değer yaratmak için tıpkı endonezya'daki simsarların dışkılarından elde edilen ve binlerce dolara satılan kahve çekirdekleri* gibi bir anlam yüklenmesi gerekiyor ki dünyanın en lezzetlileri ve en pahalıları arasında gösterilmeleri farz olsun. afrikalı ya da hintli günlük 2 doların altında çalışmaya zorlanan gariplerin bu çekirdek çitleme işini üstlenmesi, bu sayede -yea bu çekirdekler nerde çitlettiriliyor sen biliyon muu taa afrikanın bilmem neresindeki doğurmak üzere olan annenin dişlerinden..- vs. gibi salakça hikayelerle şu basit bişi gibi gördüğümüz ay çekirdeği dünya standartlarının üstüne tıpkı bir simsarın ya da bir balığın b.ku gibi çıkartılabilir.