Yolda karşılaştığımızda, ezan okunuyordu.
- Gel seni câmiye götüreyim, dedim. bugün Cuma biliyorsun.
Alaycı bir tavırla:
- Ben câmiye gitmem!. dedi. Boşuna ısrar etme.
- Peki, dedim. Neden direniyorsun?
- Ne bileyim, olmuyor işte!. diye karşılık verdi. Belki çevrenin de tesiri var. Hem pantolonumun ütüsü bozulup, dizleri aşınır diye korkuyorum.
ister istemez gülerek:
- Herhalde şaka yapıyorsun, dedim. Bunun için câmi terk edilir mi?
- Ciddi söylüyorum!. dedi.Giyimime çok düşkün olduğumu bilirsin. Özellikle yeşil giydiğimi de...
Gerçekten de öyleydi. En lüks mağazalardan aldığı elbiselerini yeşilin farklı tonlarından seçer ve her zaman jilet gibi de ütülü tutardı.
- Hayatında hiç câmiye gittin mi? diye sordum.
- Çocukken dedemle birlikte gittim dedi!. Fakat artık gitmeye niyetim yok!.
Söyledikleri beni çok şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.
Onunla sohbetimden iki ay sonra, kendisinin câmide olduğunu söylediler.
Hemen gittim.
Bahçedeki namaz saflarının en önündeydi ve üzerinde yine yeşiller vardı.
Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:
- Hani? dedim. Câmiye gelmeyecektin?
Hiç sesini çıkartmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde yeşil örtülü bir
tabut içinde yatıyordu...