ilkokul çağlarında başladılar anadilimizi unutturmaya. Anadilimizi unutmamız için neler yapmadılar ki, sistemin çirkinliği evimizin içine kadar işlemişti. Türkçe konuşacaktınız, Türkçe düşünecektiniz, Türkçe ağlayacaktınız, aldığınız nefes bile Türkçe olacaktı.
Anadilimizde konuşmak yasaktı! Sadece okulda değil, sokakta oynarken, evimizde bile anadilimizde konuşmamız yasaktı. Adeta yasaklar tarafından ablukaya alınmıştık. Anlam veremediğim biz okulda Türkçe konuşmasını öğrenmedik. Okula başlamadan önce, gayet düzgün Türkçe konuşan çocuklardık. Amaç Türkçe konuşturmaktan ziyade anadilimizi unutturmaktı. Okulda Türkçe konuşmak yetmiyordu. Sokakta ve evimizde de Türkçe konuşmak zorundaydık. Bunun için öğretmenimiz aramızdan en uyanık ve kendiyle işbirliği içinde olabilen bir arkadaşımızı Zazaca kolu başkanı olma şerefine Nail ederdi. Bildiğiniz hafiye, ya da ispiyoncu. Zazaca kolu başkanı arkadaşımızın görevi; okulda sokakta, ev de adım adım peşimizde dolaşıp, Zazaca konuşanı öğretmene ispiyonlamaktı.
Sistemin pisliği nasılda çocukluğumuzun üzerine sinmişti. Tüm acımasızlığı ile minik bedenlerimize yüklenmişti. Türkçe konuşmak yetmez. Türkçe oyunlar oynayacaksın, Türkçe kavga edeceksin, Türkçe düşüneceksin. Dönüşüme önce köyümüzün adını Türkçe yapmakla başlamışlardı. Okulun ön cephesine kocaman " NE MUTLU TÜRKÜM DiYENE" yazıyordu. Her sabah düzenli olarak, o yazının önünde birilerine armağan ediliyorduk. Ne Mutlu Türk falan da değildik, dahası kimlik karmaşası yaşayan kendine yabancı bir yapının içindeydik.