bilmem kaç sene önce okuduğum (en az 10-12 sene oluyor) bozkurtların ölümü ve bozkurtlar diriliyor adlı romanlarını birkaç gün önce tekrar okuduğum fikir adamı.
bende zamânında hâsıl olmuş olan beğeninin aksine, serinin ikinci kitabının birincisinden daha derli toplu olduğu ve güzel olduğu kanısı oluştu. nihâl atsız bozkurtların ölümü adlı kitabında sanki orhun yazıtları'nı hikâyeleme çabasındandır. bunun dışında bozkır hayatını ve islam öncesi türk toplum yapısını aksettirme çabasını da hissettiğimi iletmek isterim. türk târihinden ve kendi siyâsi duruşunu (öncesinde makalelerini okuyanlar farketmiştir) haklı çıkaracak kıssalar anlatıyor gibidir. (atsız'ın filozoflara ve sufîliğe, türkçe için önemli bir yeri olan yunus emre'yi eleştirecek kadar alerjisi olduğunu bilenler çinli filozof şen-ma'nın (romandaki en olumlu çinli figür) olduğu bölümlerde bunun yansımasını hissetmişlerdir.) yine bu minvalde nihâl atsız'ın asker kökeni de hissedilir durumdadır. hikâyedeki herşey kısa, net ve açık bir şekilde anlatılır. tüm bu çabaların serinin ikinci kitabında daha az olması serinin ikinci kitabını, bana sorarsanız, daha akıcı yapıyor.
bozkurtların ölümü romanının bir diğer eksisi ise çinlilerin sürekli karikatürize (hîlekâr, korkak, güçsüz vesâire) bir şekilde aksettirilmesi ve bunun bir süre sonra rahatsız edecek duruma gelmesidir. (ki şu dünyada sevmediğim ve önyargılı olduğum bir millet varsa, onlar da çinlilerdir.) beni bile rahatsız eden bu durum aşırı bir hâmasetle süslenmiştir. serinin ikinci kitabında bunlar yoktur. fakat birinci kitapta varolupta ikinci kitapta eksik kalan şey ise sonlara doğru yükselen heyecandır. bozkurtların ölümü kitabının son iki-üç bölümü oldukça heyecanlıdır. sonunu bile bile okusanız bile ihtilâlin muvaffak olmasını bekler, o 41 yiğitle birlikte çarpışırsınız. bana öyle geliyorki nihâl atsız hikâyenin sonunu, en azından kafasında, romanın başından önce yazıp bitirmişti.
gelelim bozkurtlar diriliyor kitabı özeline, bu romanda nihâl atsız roman yazarlığının kurallarına hâkim bir intibâ vermektedir. yazarın, okuyucunun gözünde, acemiliğini attığını söyleyebiliriz. gereksiz hamâset ve düşmanı karikatürize etme eğilimi yoktur, bu kesinlike bir artıdır. `ay hanım'ın güzelliğini ve ona olan sevdâları ince ince alttan alttan çok güzel bir şekilde, mistik bir hava da katarak, işlemiş, hikâyeyi mutlu sonla bitirmeyerek romanını bana göre güçlendirmiştir. mutlu sonla bitmemesi insanı oldukça üzer, hele hele ay hanım'ın kimler tarafından hangi şartlar altında öldürüldüğünu okumak daha bir yürek burkar. benzeri (ve bence daha iyi işlenmiş) kara sevdâlar deli kurt ve ruh adam eserlerinde de karşımıza çıkacaktır.
kısacası, nihâl atsız'a hamâsetten ziyâde aşkı anlatmak daha çok yakışıyor. çünkü aşkı ve sevdâlığı, bilhassa mistik ögelerle süsleyerek, çok güzel bir şekilde anlatabiliyor. nihâl atsız'ın idealize ettiği kadın/hatun (ay hanım, almıla, gökçen ve farklı bir durumda olsa da güntülü) figürlerine hayran olmamak elde değil. bu durum kadın karakterlerin salt güzellik veya yiğitliklerinden dolayı kaynaklanmıyor, nihâl atsız'ın sevdâyı ele alış tarzı ve o özel kadınları idealize ediş şeklinden kaynaklanıyor. bir okuyucu olarak bu duruma olmayan şapkamı çıkarıyorum.