neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    15.
  1. Başkentin, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusundaki alafrangalığı; resmi protokollerde türbanlı hanımların görüntüsüyle bozulacak, diye; idam sehpalarını imaya kadar uzanan fırtınalı kaygılar yaşanırken...
    Aaa bir de baktık ki, başkentin alafrangalığı; dağa kaldırılmış bir bakirenin ırzına geçilircesine, bozuluvermiş...
    * * *
    Bir yanda suyu kesilmiş hastanelerle okullar; bir yanda kapatılmış büyükelçilikler; bir yanda ellerinde boş bidonlarla su bulmaya çalışan perişan insanlar ve bir yanda da patlayan su borularıyla sel baskınına uğrayan evler ve çarşılar...
    Kanalizasyon kokuları da cabası...
    Alafranga bir çağdaşlık imajına hiç benzemeyen bir manzara.
    * * *
    Başkentin bozulmuş alafrangalığına bir dikiş mi attırsak, ne yapsak; bilmem ki?
    Belki de en iyi çare; Hazine'den geçinmeli makam sahiplerinin toplanıp, eski bir marşı, -biraz da değiştirip tazeleyerek- hep bir ağızdan okumaları:
    Ankara Ankara güzel Ankara,
    Ne mucize sende su bulanlara.
    Sana sevdalıdır yurttaşlarımız,
    Ziyan zebil olup düşse de dara.
    * * *
    Sevgili ve değerli dost Can Dündar'ın, Milliyet'teki dünkü yazısının başlığı, "Yeni başlayanlar için izahlı darbeler tarihi" idi.
    Oldum bittim bendenize de, özelikle yüzeysellikten kurtulmak isteyen genç tanışlar sorup dururlar:
    - Ne okuyalım, diye...
    * * *
    Bu arada politikaya atılmak isteyenlerin sayısı da her gün biraz daha arttığına ve son genel seçimlerde aday adaylarının sayısı neredeyse 20 bini bulduğuna göre; dünya tarihinde "politika"nın ne olup ne olmadığını değerlendirmek isteyenlere -Ankara'daki taze milletvekilleri de dahil- naçizane bir kitap önereyim ben de:
    Vaktiyle Milliyet Yayınları'ndan çıkan ve Nurdoğan Taçalan'la Turgut Etingü'nün başkanlığında bir kurulca derlenip düzenlenmiş olan, "ilk çağlardan günümüze kadar Suikastler ve Ayaklanmalar Tarihi".
    * * *
    Bir de küçük bir pasaj aktaralım o kitaptan:
    "Genç Osman
    Seksen yıl kadar önce, tarihçi ve 'Türkçü' Necip Asım Bey, henüz basılmamış olan Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nin Genç Osman olayını bütün ayrıntıları ve iğrençlikleriyle anlatan bir sayfasını yırtıp yok etmişti. Bu davranışını kınayanlara da Necip Asım Bey şu karşılığı vermişti:
    - Tarihimiz için bu sayfa kara bir lekedir; bunu gelecek kuşaklara göstermek doğru olmadığından yırttım!"
    * * *
    Bir ülke düşünün ki, biri kalkıyor; genç kuşakların neyi öğrenip, neyi öğrenmemesi gerektiğine karar vererek, tarihsel belgeleri yok edebiliyor.
    * * *
    Sonuç; yapay, yamuk, çarpıtılmış "resmi tarih" ile beyni buzlandırılmış genç kuşaklar ve türbanlı hanım görüntülerinden önce, bok kokularıyla alafrangalığının ırzına geçilmiş bir başkent.
    * * *
    Ha evet, bir de yaklaşmakta olan bir istanbul depremine karşı, yönetileni ve yönetenleriyle genel bir vurdumduymazlıktan yakınan bilim adamlarının isyanı var...
    Besbelli ki yine ne olacaksa olacak ve yine acıklı dramlar yaşanacak.
    Eh ne yapalım, yaşanacaksa yaşanacak.
    * * *
    Nasreddin Hoca'ya sormuşlar:
    - Hoca, sen bu durumlara ne diyorsun?
    Nasreddin Hoca:
    - Ya tutarsa diye yoğurt mayası çaldığım Akşehir Gölü de kuruduktan sonra, benim de söyleyecek bir sözüm kalmadı, demiş.
    * * *
    Bu da kızım Zeynep Bakan'dan bir fıkra:
    2 kadın öldükten sonra öteki dünyada buluşmuşlar.
    Biri ötekine sormuş:
    - Sen neden öldün?
    Öteki de:
    - Ben mi neden öldüm, demiş; kocamın beni aldattığı kuşkusuna düştüm ve "anneme gece yatısına gidiyorum" diye evden ayrıldıktan sonra, ansızın geri döndüm. Baktım, kocam oturmuş televizyon izliyor. Ama içimdeki kuşku sönmedi. Her yeri aradım taradım; dolapların içine, kanepelerin, karyolanın altlarına, balkonlara, kapıların arkasına defalarca baktım durdum. O kadar gerilmişim ki, sonunda bir kalp kriziyle geldik işte buraya. Peki sen neden öldün?
    ikinci kadın da:
    - Ben de, demiş; donarak öldüm. Şayet sen, bir de buzdolabına baksaydın, ikimiz de ölmeyecektik.
    * * *
    Önce dostluklarını ilan eden, sonra da aldattıkları iddiasıyla sövüşüp kayboluveren siyasetçilerimiz; bilmem alınırlar mı bu fıkradan?
    * * *
    Adamın biri, bir balonla uçarken rüzgara tutulmuş ve bir hayli uçtuktan sonra, zor bela bir tarlaya inmiş.
    Tarlada çift süren bir köylü varmış. Balonla yere inen adam, bağırarak çiftçiye sormuş:
    - Ben neredeyim?
    Çiftçi, şöyle bir bakmış adama ve:
    - Bir balonun içindesin, demiş.
    * * *
    isterlerse yönetilenlerimiz de alınabilirler bu fıkradan, yöneticilerimiz de...
    * * *
    Sabahattin Kudret'ten bir şiirle bitirelim yazıyı:

    Konuk
    Tüm inancını yitirmiş, kalkmış
    Gelmiş kim bilir nereden; suskun
    Eli ayağı, gözbebekleri...
    Konuğu çıplak dört duvarımın,
    Parıldar kılıç gibi gecede.

    çetin altan
    1 ...