Üzümle ekmek yememiş bir fakir olarak hayatımı
idame ettiremezdim. Bunu da denemek istedim
ve üzümü alıp ekmeği de yarım koparıp attım
ağzıma. Sonuçta bir gelenekti bu. Fakirliğin de
kendine has bir alt modası vardı. Bu alt moda,
zenginin sınıfsal ayrımını gizlemesi adına
fakirce takılmasını icap ettiriyordu. Tıpkı karpuz
ekmeğe bayılırım'daki istem dışı bir söz gibi.
Hiç karpuz ekmek yememiş bir fakirlikle, karpuz
ekmek yemenin güzelliğinden dem vuran zengini
düşündünüz mü? Ha bir de bunun yanına
'peyniri' koyanlar var ki onlara sözüm yok.
Lakin ben fakirken benden zengini bunu lüks
olarak addediyorsa orada karpuzu önce bir
elime alırım, büyüklüğüne bakarım, sonra elimle
iki tık tık vururum, çıkan ses aradığım düzeyde
bir ses ise satıcıya döner ve 'hocam' bu kaç
para derim. Zengin olsam, hiç sormadan
'bilader' tart bunu derdim. Öyle de bozulmaya
müsait bi kişiyim. Bu para dilimizi bile
farklılaştırmış be. Fakirin elinde ne varsa aldınız
bırakın dili onun olsun. Dil demişken fakir
edebiyatı bile fakirin elinden alındı. Edebiyat
gitti sadece fakir kaldı. Tıpkı şu an yaptığım
gibi(bu arada her türlü yardımlarınınıza
açığım).
Sobalı evde oturduğumuz günler aklıma geldi.
Çok samimiyetsizcedir; her yöneltilen eviniz
sobalı mi? Sorusundan sonra, 'evet sobalı'
dediğimde, "aa en iyisi soba be, yakıcan kömürü
atıcan üstüne kestaneyi oh mis" tepkisiyle
karşılaştım. Adamlar otomatiğe bağlanmış
sanki. Hep aynı cevap. Ona o görev verilmiş.
Birinin evinde soba mı duydun git bunu söyle
çıldırsın pezevenk, diye. Bak bak bak piçteki
lükse bak. Kömürü bulduk kestaneyi de aldık
keyfi kaldı. Sanane pezevenk, yol gösteriyor bi
de ibne..