bir dizi nasıl reyting çılgını olur? [ yan(ı)l(m)ış soru; doğrusu: bir dizi neden reyting çılgını olmasın ki? ]
televizyon dediğimiz aygıt, uzaktan kumandanın diğer ucundan tuşlarımıza basıyorken, reklam alınmış hayatlarımızda aptal diziler var olmakta artık. hepimizin öyle ya da böyle, bir ya da birkaç ya da birçok tuşumuza basılmakta, bu kesin. bu basılan tuşlarımızla bir diziyi sevmeye başlıyoruz, diyoruz ki, amanın, ne de güzel. bir hırsız var, bir polis var. bir toplumsal mesele var. kadro tamam bir kere. vıcık vıcık aşk hikayesi ya da her bölümde en az beş adam öldürülen mafya-devlet dizilerinden değil bu. üstelik diyor ki mesela "mezarlık, çok acaip bir yer; insanın ölesi geliyor orada." böyle şiirsel de bir yanı var. hırsız baştan "kötü" değil, polis baştan "iyi" değil. bir fakir ama gururlu kız var ama çok da batmıyor göze. tuşumuza basıyor hırsız-polis ilk bölümlerde böylece.
sonra, olan oluyor, fakir ama gururlu kız, öyle fakir ama gururlu oluyor ki, mide bulandırıyor. üstüne bir de "çok aşık" oluyor. hırsız "kötü" oluyor, iğrenç bir adama dönüşüyor, ezberimizi hiiç bozmuyoruz. polis de elbette pek kahraman türk genci, aşkı da öyle. sonra yapış yapış "seni öyle seviyorum ki"ler giriyor ki, aman aman. olaylar çetrefilli olmanın bokunu çıkartıyor, bir de her şeyin ortasına çocuklarını terk eden baba ekleniyor. ne tuşmuş bu be diyoruz, basılı kalmayı bile beceremiyor. tamam biz her şeyi kabul ettik, izleyeceğiz televizyon. kafalarımıza o basmakalıp duygusallıklardan ve öğretilen kalıplardan sokacağız. oturup reklamları da izleyeceğiz merakla. ama lütfen, bu kadarı da "yuh" dedirtiyor adama.
ha, bir de arabesk şarkı katılır, "sen imkansıııııııızzzsııın, sensizzzlikk imkaaaaaannsıızzz" diye diye, bildik rakı sofrası sahneleriyle, kafamıza kafamıza vurur televizyon aygıtının uzaktan kumandası. sonra dizi biter, kitabı çıkar, başka diziler başlar. biz izleriz, hep izleriz...