Sen gelmiştin gökyüzünden ince uzun kanatlarınla. Ağzında bir damla ateş vardı, ama öyle bir ateşti ki o, cebrailin cehennemden aldığı nara benziyordu sıcağı. 7 kere yıkasan da kül ederdi beni. Dokunsan, yüreğim erirdi belki.
Sen öyle bir gelmiştin ki saçlarına tac olmuştu Samanyolu. inerken bulutların omuzlarına basıyordun sanki. Parmak uçlarınla dokunuyordun dünyama. Hissediyordum. Nazik davranıyordun bana. Batırmıyordun tırnaklarını, yırtmıyordun perdemi.
Ve ben bir adım atmak istiyordum. Aslında sana doğru gelmek isterdim ama inan o an umrumda değildi nereye gideceğim. Bilirsin sen de, durmaktan bıkmıştım işte. Ufak bir rüzgar yeterdi belki de beni itmeye.
O an o uçurumun kenarında rüyamın keyfini çıkarıyorduk senle. Aşağıda kuzey denizi, yukarıda sen, aranızda da ben kalıyordum işte
Gel-gitlerle olmayacak dedim de açtım gözlerimi. Çünkü ben senin suretin ve ruhuna bu alemde rastladım çoktan. Ve ardından sevdim de, kaçınılmaz olarak. onu da gözlerimi kapadığımda görüyorum sadece, sen gibi. Benziyorsunuz da bak. Ama bir gün o uzaklardan gelip uyandıracak beni. Ben geldim deyip kokusunu yayacak evimin her yanına. Ve bana sinecek, tüm benliğiyle.
vekaleten kaldığın bu rüyayı artık terk etme vaktidir sana bence. Hoş kal seni azad ettiğim cennette. öldükten sonra görüşmek üzere.