insan öyle aciz ki yaratıcıyı -zaten yaratılmış gözleriyle- görmeyi umut ediyor. oysa hayat oyununun oyun kurucusu olan allah insanı görmesi gerektiği kadarıyla yaratmış. yani bu akıl ve bu gözlerle onu görmeye çalışmak hiç düşünmediğimiz bir cismi tahmin etmeye çalışmak gibi birşey oluyor. örneğin melek dendiğinde birçoğumuzun aklına kanatlı ve bembeyaz elbiseli biri gelir. insanoğlu öyle bir beyine sahip ki duyduğu ve gördüğü şeylerin benzerlerini akıllarında eşleştirmeye çalışır farkında olmadan. bir benzer bulmaya çalışır.
oysa yaratıcının sıfatlarından başka hiçbir bilgiye sahip değilken onu şu aciz yaratılmış beynimizle nasıl düşünüp gördüğümüz bir cisme benzetebiliriz?
öyle nankörüz ki; aldığımız her nefeste bilinçsizce yaptığımız bu eylemin hayatın devamı için gerekli olduğunu ve kendi irademiz dışında gerçekleşen bu hizmetin niçin bizim için yapıldığını düşünmeyiz. oysa yaratılan gecede uyumayı ve yağmur yağıp aynı topraktan çıkan türlü türlü besini doğanın gereği sanarız.
insan için olağanüstü olan bu şeyler günlük hayatta hep gördüğümüz için bize öyle sıradan geliyor. ama asıl olağanüstü olan bizim için hazırlanmış bir kainatta herşey bizim etrafımızda pır dönerken herşey bize hizmet eder vaziyetteyken -imtihan için gelmedik, bunları yaratan biri de yok- demesidir.
mesela benim yaratılış kısmı hep dikkatimi çekmiştir. bir erkek hücresi gidip rahim cıdarına yapışacak ve orada asılı durup sonra orda yer edinip orda hızla bölünüp çoğalmaya başlayacak(bu bilgi geçen yüzyılda genetik biliminin ilerlemesiyle keşfedildi.) bu hücre kişinin kas yapısından kemik gelişimine, saç yapısından ses tonuna kadar milyonlarca bilgiyi kapsayacak. ve işin en garip tarafı da ne biliyor musunuz? bu bilgi yüzyıllar önce yazılmış bir kitapta yazıyor. biz bu kitabın yazarına bu bilgiyi nerden bildiğini soramıyoruz, çünkü varlığına inanmıyoruz.