neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    14.
  1. Annelerinin kucağında miniminicik bebeklerle, onların miniminicik elleri, ayakları ve henüz yeni geldikleri dünyaya hiçbir şeyi algılayamadan bakışları...
    Pusetlerinde yan yatmış uyuyan bebekler, yeni yeni yürümeye başlamış bebekler...
    * * *
    Genç annelerle konuştuğumda; doğal olarak hepsi, çocuklarının mutlu ve başarılı bir hayat sürmesini istiyor.
    Bazılarına takılıyorum:
    - "Mutluluk"la "başarı" 2 soyut kavram. Ancak tanımlamaları yazılı olarak yapıldığında somutlaşmaya başlarlar. Sizce "mutluluk" nedir, "başarı" nedir?
    * * *
    Anneler hiç düşünmedikleri bir konuda, hiç duymadıkları bir sorunun acayipliğini; anlamsız bir ukalalık kategorisinin çöplüğüne süpürmek ister gibi:
    - Mutluluk mutluluktur işte, başarı da başarı...
    Demeye getiriyorlar.
    * * *
    "Mutluluk", zamanı sevdiğinle süresiz unutabilmektir.
    Birinin eli ötekinin belinde, ötekinin eli berikinin omzunda sarmaş dolaş yürüyerek sahil boyunda giden genç kızlarla delikanlıların, umurunda mıdır Ankara'da olup bitenlerle, Kağızman'daki sel felaketinde yıkılan evler ve insanların perişanlığı?
    * * *
    "Başarı" ise, kendi uğraş alanında artık yalan söylemeye hiçbir ihtiyacı kalmamış bir düzeye ulaşmış olmak...
    Örneğin Picasso'nun, yahut Einstein'ın ihtiyacı mı kalmıştı birilerine karşı yalan söylemeye?
    * * *
    Bebekler ve onları bekleyen hayat serüvenleri...
    Rotalar, öncelikle annelerin; meslekleri ve kazançlarını merak etmeleriyle başlar çizilmeye.
    Bir transatlantiğin mutfak şefi ne kazanır, bir bahçe ve park düzenleyicisi ne kazanır, bir veteriner ne kazanır?
    * * *
    Bir de çocukların kendi eğilimleri ve kendilerine, farkına varmadan aldıkları modeller vardır.
    Ayrıca unutmamak gerekir ki, yaptığın işten aldığın zevk; o işten kazandığın parayı harcarken alacağın zevkten daha büyükse; geçinmek için cehennem azapları çekmeden yaşamış olursun.
    * * *
    Türkiye'de ise ölçüler çok daha başka...
    Behice Boran, "bekleyenler ve bekletenler" diye 2'ye ayırırdı toplum yapısını...
    Bebeklere bakarken içimden hep o ayrım geçer:
    - Bekleyenlerden mi olacak, yoksa bekletenlerden mi?
    * * *
    Bekleyenlerden olursa yandı...
    Resmi daire kapılarında bekleyenler, hastane salonlarında bekleyenler, mahkeme koridorlarında bekleyenler, otobüs duraklarında bekleyenler, çalışma saatinin bitmesini bekleyenler, terfi etmeyi bekleyenler, verdikleri randevuya gecikenleri bekleyenler, önemli kişilerin özel kalemlerinde bekleyenler vs...
    Bekle Allah bekle dur...
    * * *
    Bir de bekletenler vardır...
    Türkiye'de hiç incelenmemiş bir konudur bekleyenlerin kimler, bekletenlerin kimler olduğu...
    Anneler, bebeklerinin mutlu ve başarılı bir yaşam sürmesini dilerlerken; acaba hiç düşünüyorlar mı bekleyenlerle, bekletenlerin kimler olduğunu?
    * * *
    Bir başka soru da şu:
    - Aranan biri mi olacaksın, arayan biri mi?
    Başarılı bir avukatla, başarılı bir doktor; sık sık aranan birileridir...
    Ya aranmayanlar ve bir gün aranacak biri olmayı umut edenler?
    * * *
    Kasaba düğünlerinden düğünlerine taşınan taşradaki müzik gruplarının, Köyceğiz'de de yankılanan seslerini duyduğumuzda; Solmaz Kamuran oralarda şarkılar söyleyen kadın solistlerin hayallerini ve dramlarını dillendirir.
    Şöyle:
    - Unkapanı'ndaki bir arkadaş telefon etti, benim de bir CD'mi yapmayı düşünüyorlarmış...
    - ...
    - Üstelik biliyorlar da benim bir şey istemeyeceğimi, benim için sanatım önemli...
    - ...
    - Yarın akşam Ortaca'daki düğüne mi gidiyoruz? Oralardaki otellerde de çok sivrisinek var...
    - ...
    - Bana daha önce de bir CD için teklif yaptılar ama, repertuarda anlaşamadık.
    - ...
    - Sirkeci'den de bir arkadaş telefon etti, yakında sana bir müjdem var, dedi; istanbul'daki sahnelerde solist olmaya davet edecekler herhalde...
    * * *
    Dün Gölcük depreminin 8'inci yıldönümüydü.
    8 yıl önceki büyük depremde, ne kaç bin kişinin ölmüş olduğu netleşmişti; ne her an yıkılma sakıncası taşıyan yapılarda oturup oturmama sorunu; ne de prefabrik evlerdeki yaşam sorunu.
    * * *
    iTÜ Maden Fakültesi öğretim üyesi Prof. Naci Görür ise, yaklaşmakta olan büyük bir istanbul depremine karşı; yönetenlerin de, yönetilenlerin de vurdumduymazlığına isyan ediyordu:
    - istanbul'daki devlet hastanelerinin depreme dayanıklı bir duruma getirilmesi için 190 yıla ihtiyaç olduğu söyleniyor, resmi okulların ise 31 yıla...
    Ve ekliyordu:
    - Türkiye bir istanbul depreminin altından kalkamaz.
    * * *
    Kerpiç ve tezek odalarda çekilen çilelerden üremiş kuşaklar; sakıncalı da olsa, kapağı beton yapılara attıklarında umursarlar mı depremi mepremi?
    Sarıkamış'ta, kaputsuz, postalsız eksi 20 derecede donup gitmiş 93 bin kişinin, hesabını mı sordu kimse?
    * * *
    Ankara'nın sorunu ise, yine türban sorunu...
    Hadi şakacıktan bir fiştek de biz atalım:
    - Hazine'den geçinmeli makam sahipleri arasında anneleriyle, büyükanneleri başörtülü olanların işlerine nihayet verilecekmiş... Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda devletin çağdaşlık imajını, aile fotoğrafları bozduğu için...
    * * *
    Anneler ve bebekler ve bir de istanbul depremi...
    Ah ah, bilmem ki ne yapsak?

    çetin altan
    1 ...