Değişik bir açıdan bakıldığında Ankara'daki siyasal tartışmalarla, çekişme ve didişmeler de; Osmanoğulları'nın saray kavgalarını anımsatmakta...
36 padişahtan 14'ünün devrilmesine neden olan saray kavgaları...
* * *
Bir ömür boyu duyduğum kestirme yorum ve sosyal değerlendirmelerin özeti şu tek cümleden ibaretti:
- Şimdi artık çok şey değişti.
* * *
40 yıl kadar önce Kuzguncuk'taki Fethi Paşa Yalısı'nda yakın dostlarım oturduğu için, sık sık giderdim Fethi Paşa Yalısı'na ve yalının arkasındaki Fethi Paşa Korusu'nda da gezindiğimiz zamanlar olurdu.
Ağaçların arasından görünen Boğaz da muhteşemdi, özel yaptırılmış havuzlu su kastakları da...
* * *
Önceki gün de aklımıza esti, Fethi Paşa Korusu'na kadar uzandık.
Artık belediyenin denetimine girmiş olan korunun, tepedeki çay bahçesinde; istanbul'un Fenerbahçe Parkı'ndan görünmeyen "alaturka" kimliğinin sahipleri, demli çaylarını yudumluyorlardı.
* * *
Masalardan birinde, Kuzguncuk'un eski ailelerinden belirli bir yaşa gelmiş istanbullu hanımlar oturuyordu. Kiminin başı açık, bir kaçınınki de türbanlıydı.
Boğaz rüzgârlarının birikimlerinden pınarlaşmış "gıyabi" bir dostluğun, "vicahi"ye dönüşmesiyle; önce selamlaştık, sonra da damıtılmış bir içtenliğin sıcak kibarlığıyla teker teker öpüştük bile...
* * *
Çay bahçesinin öteki masalarında Kuzguncuklu emekli beyler; başörtülü aileler; burun buruna vermiş, taşradan geldikleri belli delikanlılarla başı bağlı genç kızlar oturuyorlardı.
Bahçede sürekli yalnızlıktan yakınan acıklı ve ses kalitesi düşük alaturka şarkılar çalınıyordu.
* * *
Fethi Paşa Korusu'ndan çıkıp, Kuzguncuk'tan Üsküdar'a doğru giderken, Karacaahmet Mezarlığı'nın, yola dönük olarak düzenlenmiş taşlarına bakıyordum.
O taşlar da vaktiyle kim bilir neler konuşmuşlardı?
* * *
Derken kendine özgü bir mahalle adı olan "Duvardibi" ve nasılsa suyu akmakta olan eski Osmanlı çeşmesiyle "Çiçekçi"...
* * *
Çarşamba günleri "pazarı" varmış Çiçekçi'nin...
Ellerinde patates, domates, salatalık ve çeşit çeşit sebzelerle doldurulmuş poşetler taşıyan başörtülü şişmanca hanımlar; yorgun adımlarla ıngılıkış yürümeye çalışıyorlardı.
* * *
Birkaç tanesi de, poşetlerini yanlarına koymuş, mezarlığa karşı çeşmenin yanına oturmuşlardı. Yine çeşme yanına çökmüş birkaç sevimli Çingene kadınıyla ahbaplık ediyorlardı.
* * *
istanbul...
istanbul'un alafranga semtleriyle, alaturka semtleri...
Acaba hangi taraf, hangi tarafı sürekli küçümseyerek, ona hep tepeden baktı?
Bir taraf çağdaşlaşmıştı da, bir taraf çağdışı mı kalmıştı?
* * *
Japonya da 1820'lerde çağdaşlaşmaya özenmişti; Türkiye ise 1839'da Sultan Mecit'in Tanzimat Fermanı'yla...
* * *
Her 2 çağdaşlaşma girişiminin arasındaki fark neydi acaba?
Japonya, "çağdaşlık"ın simgesi olan Batı Avrupa'nın "üretim biçimi"ni taklit etmekle başlamıştı yeni bir evreye ve "tüketim biçimi"ni de yerel bırakmıştı.
Türkiye ise, "tüketim biçimi"ni taklit etmiş ve "üretim biçimi"ni de olduğu gibi bırakmıştı.
* * *
istanbul'un alafranga semtlerinin -gerek Hazine, gerek emlak kaynaklı- ekonomik olanakları, Batı burjuvazisinin "tüketim biçimi"ni taklide yeterli olsa da; alaturka semtlerindeki yoksulluk, böylesi bir taklide olanak sağlayamıyordu.
Onlar da; inançlarına, ibadetlerine sahip çıkarak cennetmekân olmaya çalışıyorlardı.
* * *
Türkiye'nin "çağdaş üretim düzeyi"nden yoksun çağdaşlaşma çabaları, gele gele 2007 yılında nereye gelebildi?
Şuraya gelebildi:
Birleşmiş Milletler insani Kalkınma Endeksi'ne göre 173 ülke arasında, 96'ncı basamağa düşmeye...
Yunanistan ise 24'üncü basamaktaydı ve Türkiye'den 72 basamak daha yukarıdaydı.
* * *
Manisa'da peş peşe çıkan orman yangınları, izmir'in Bornova'sıyla çevresini tehdit ede dursun...
AB'nin 75 Avrupa kentinde yaptırdığı ankete göre istanbul, en güvensiz kent olarak saptana dursun...
Yüzyıllardan beri adam yerine konmamış ezik yığınların, nihayet:
- Biz de varız, demeleri...
Şeffaflaşmayı asla savunmadıkları halde, çağdaş olduklarına inanmış bulunanları kaygılandıra dursun...
* * *
Şayet bir gün, hangi mesleklerin nerelerde ne kazandığını gösteren bir Türkiye haritası yapılırsa...
Örneğin bir dönerci ustası Bağdat Caddesi'nde ne kazanıyor, Viranşehir'de ne kazanıyor?..
Bir demirci ustası Köyceğiz'de ne kazanıyor, Gerede'de ne kazanıyor?..
Bir elektrik teknisyeni Çaldıran'da ne kazanıyor, Çerkezköy'de ne kazanıyor?..
Turistik gemi kaptanları ne kazanıyor, şilep kaptanları ne kazanıyor?..
* * *
Ve bütün bu meslek sahiplerinin kazançları; aynı yöre ve değişik limanlardaki Hazine'den geçinmeli makam sahiplerinin kazançlarıyla kıyaslanırsa...
Belki o zaman, kimden yana olmak "ilericilik", kimden yana olmak "gericilik" olduğu da daha berraklaşır.
* * *
21. yüzyılda ise, üretimi arttıkça artan burjuva enternasyonalizmi; yeryüzündeki 4 milyar yoksulun, kendi "yönetim saltanatçıları" tarafından sömürülmesine karşı.
Yoksullar da, özellikle silah alımlarının azalmasıyla, zenginleşsinler ki; modern teknoloji sayesinde sürekli artan çeşitli üretimlere müşteri olabilsinler...
* * *
Duvardibi'nin başörtülü yaşlıca hanımları da, -onlar bilmeseler bile- bendenizin çocukluğumdan kalma eski dostlarımdılar.
* * *
Önüne gelen:
- Çok şey değişti, çok şey değişti, diye dursun.
Çok şey değişti de, acaba ne hiç değişmedi; saray kavgaları mı?