gervztorgia 3002

entry1 galeri
    1.
  1. saate baktı adam. saat 7 olmuştu bile. geç kalmıştı eve ve eve girme yasağının başlamasına dakikalar vardı. yetişmeliydi. karşıdan gelen bir at arabasının önüne atladı ve at arabasının durmasını umdu. at arabacısı ani bir irkilmeyle elindeki urgana sarıldı ve onu son anda geri çekebildi. adam, arabacıya baktı, teşekkür eder gibi başını hafifçe öne eğdi ve arabaya bindi. arabacıya baktı. uzun, yağlı saçları vardı. omuzundaki sülükle dost gibiydiler. kiracı gibi. karşılığında ne alıyordu acaba sülükten. belki sülük yetiştiriciliği yapıyordu ve o da en sevdiği sülük olduğu için ona böyle bir ayrıcalık tanımıştı. arabacı kendisine döndü ve sordu:
    - nereye?
    + 841. cadde, 4. sokağın girişindeki mavi kapı. varınca beni uyarın lütfen.
    - benim için neyin var?
    adam elini ceplerine attı, pelte kıvamındaki poşetin orada olduğundan emin olduktan sonra cevapladı:
    + 6 gram köpek dışkısı. yüksek kalite.
    gervztorgiya'da favori ticaret malzemesi köpek bokuydu* ve çok değerliydi.
    adam ağzı sulanarak cevap verir:
    - peşin alabilir miyim?
    zekiydi adam, kanmazdı böyle numaralara. belinden çıkardığı krazov marka palayla 2 gramını böldü ve adama uzattı.
    + al bakalım. kalanını yolun sonunda alırsın. eğer beni soymaya falan kalkarsan, -palayı göstererek- bununla anüsünü dışarı çıkartırım.
    adam, hiç bozuntuya vermedi, kırbacını şaklattı ve lafı değiştirmeye çalışan dalkavuk bir sırıtışla adama döndü:
    - güneş doğmayalı 6 gün falan oldu ha? efendim.
    adam başını kaldırdı. karşısındaki adama, küçümseyici bir bakışla sordu:
    + sen arabanı sür. soru sorma gerizekalı.
    adam cevap vermedi. birkaç saniye sonra nefret dolu bakışları tekrar o iğrenç sırıtışa eşlik edercesine kısıldı ve önüne döndü. tüm organları birbiriyle uyumlu çalışıyordu. "acaba birer bıçak saplasam. yine aynı ahenk içerisinde hareket edebilirler miydi?" diye düşündü ve heyecanlandığında titreyen ayağını yatıştırmaya çalıştı. yanmış kıl kokusunu hissetti, dışarı baktı ve keçi kılı ekmeğinden, bu dünyanın diğer her şeyinden ettiği gibi nefret ettiğini hatırladı. cebinde kırılmış sigarasını çıkarttı, ustaca tamir ederek dudaklarının arasına yerleştirdi. ayağıyla paravanı tekmeleyerek bağırdı:
    - ateşini ver!
    arabacı hiç cevap vermeden cebinden bir çekirge çıkarttı. uçmasın diye kanatlarından sıkı sıkı tutarak yaktı, adama uzattı. adamın sigarasını yaktıktan sonra çekirgeyi yan tarafa doğru fırlattı. adam, havadaki iğrenç yanık böcek kokusunu elini sallayarak gidermeye çalıştı, sigarasından derin bir nefes çekti "şimdi bir bardak viski olsaydı." diye geçirdi içinden. araba yavaşladı ve durdu. adam kapıyı açtı, aşağı indi. bok kesesini adama fırlattı, döndü, evin kapısına doğru yürüdü ve birden bağırış sesleri duydu. arkasını döndüğünde arabanın hala orada olduğunu gördü. arabanın altındaki ayaklara baktı ve arabanın arkasında arabacının yalnız olmadığını farketti. kapısını açtı, içeri girdi, pencereye koştu ve perde arasından oraya baktı. adamın yere düştüğünü, ve birinin koşarak uzaklaştığını gördü. dışarı çıktı, arabaya doğru koştu. "adam düştükten sonra hemen kaçtı. yalnızca bir nefret eylemiydi" diye düşündü. adamın yanına geldi, ceplerine baktı. 6 tavuk bacağı ve 3 paket bok -10-12 gram ederdi-, hem iyi kazançtı hem de akşam yemeğinde et yiyecekti. sonra ne kadar zamandır kurbağa dışında et yemediğini hatırladı, gülümsedi. diğer ceplerine baktığında bir fotoğraf buldu. adam, karısı, ve kızı vardı. kendisinin ne kadar zamandır yalnız olduğunu hatırladı. sonra fotoğrafı fırlattı ve en yakın içki dükkanına gitti. içerisi ağır şekilde osuruk kokuyordu. sanki birisi bağırsak kurdu yemiş ve onu çok hızlı bir şekilde sindirmiş gibiydi. burnunu palto ile örttü ve fermuarı tamamen çekti. "kokuyu birkaç dakika bastırsa yeter" diye düşündü ve gaz maskesi ve kırmızı papyondan başka birşey giymemiş sarışın kasiyere:
    + mostof* ver, ibne.
    kasiyer hiç istifini bozmaz. sadece gözleri göründüğü için gözlerini kısarak:
    - paranız var mı?
    + bok var.
    -üzgünüm efendim ama sadece para kabul ediyoruz. yan taraftaki dükkandan değiş tokuş edebilirsiniz.
    +boşversene. -eliyle ceketini arkaya atarak palasının sapına avcunu dayar. bence sen bunu daha sonra benim için yapabilirsin.
    - o palayı...
    adam, palayı, kasiyerin masaya dayadığı dirseğin, ucuna saplayarak kasiyerin sözünü kesti.
    kasiyerin gözü doldu, kolunu tutarak ayağa kalktı, titreyerek adama:
    +bunu yapmanıza gerek yoktu. buyrun içkiniz, benden olsun.
    +eğer ibne olmasaydın belki bunu yaşamazdın.
    -teşekkürler.
    adam palayı kınına soktu, dükkandan çıkıp eve doğru gitti. kapıdan içeri girer masaya tavuk bacaklarını koydu. banyoya girip soydu, az evvel girdiği dükkandan arakladığı deve kuşu yumurtasından yapılmış berbat kokan sabunla saçını yıkadı. "artık bunu bulmak bile neredeyse imkansız." diye geçirdi içinden. kıyafetlerini askıya astıktan sonra mutfağa gitti, sandalyeye oturup eski bir gazeteyi açtı. gözüne ilk ilişen haber, bir fabrikayla ilgiliydi. sabun fabrikasında 800 kadın ve 1600 erkek çalışanın yarısından çoğu cinsel hastalıktan dolayı öldü." diyordu. o işçilerin görevi fırın için çocuk yapmaktı sabun yapmak için çok ceset gerekliydi ve en ekonomik çözüm buydu. -içindeki nefreti bastırmaya çalışarak- kalktı, çekmeceden lameli çıkardı. tekrar yerine oturdu ve bacaklardan en iri olanının yarısını kopardı ve ağzına attı. çok uzun bir süre çiğnedi. et çiğnemek hoşuna gidiyordu. içkiden lamele iki damla koydu ve çakmakla ısıttı. içki hemen kaynadı, sarı renk aldı ve osurukla karışık barbunya ve portakal kokusu gelmeye başladı. biraz daha kaynattıktan sonra koku dayanılmaz bir hal alınca hemen diliyle lameli temizledi. derin bir nefes aldı ve rahatladığını hissetti. mostof en iyisiydi, planını gerçekleştirmesi için idealdi. birden beyninde patlamalar oldu aklından türlü şeyler geçiyordu ağlamaya başladı. önceden yaptığı işler onu çok yormuştu. on yıl öncesinde böyle miydi? sonra düşündü ve o zamanın da şimdikinden farksız olduğunu farketti ama en azından o zamanlar kendini kandırmayı becerebiliyordu. tümör sattığı zamanları hatırladı dokuz yıl bu işi yapmıştı. tümörü olmayan insanlar, adama gelir ve ondan bir tane isterlerdi. tümörler iyi arkadaştı onlar için. sonra hatalı bazı tümörlerin küçülmesi şikayetleri, onun işindeki prestijini zedelemişti. gururuna yediremeyip gitmişti o da. ekmeklikten bir tabaka çıkarttı. özel zamanlar için sakladığı çok sevdiği, kaliteli rotya tütününden bir parça çıkarıp kağıda koydu ve sardı. ayağa kalktı ocaktan sigarasını yaktı. bitişik daireye bakan penceresine yöneldi. geçmiş takıntısı, açlığı genelde yenerdi onda. karşı pencereye baktı. egzamalı yaşlı bir kadın kıçına vazo sokuyordu ve yırtılan kıçından akan kanları eliyle her yerine yayıyordu. yanındaki çocuk onu izleyip gülüyordu. tuvalete koşup kustu. sonra hızlıca mutfağa girdi ve içki şişesini ocakta biraz ısıttı. ısınan mostofun rengi değişmeye başlamıştı ama adamın çok acelesi vardı. kafasına dikti, bir yudum aldı ve midesinde kalan son şeyleri ve içtiğinin bir kısmını çıkarttı. fakat yarısından çoğu çoktan kana karışmıştı bile. artık geri dönüş yoktu. ayakları karıncalandı önce. sonra koşup diğer odadaki kanepeye uzandı. ağzının kokusu midesini bulandırıyordu. yine kustu bu sefer midesinden çıkan sıvı yalnızca ağzını ıslatabilecek kadardı. midesindeki sancı çok ıstıraplıydı. birisi periyodik olarak midesini yumrukluyor gibiydi. oysa adam acısız olacağını hayal etmişti bunun. "yavaşça gelen sonsuz uyku.". o böyle düşünmüştü. ağzının kokusu tekrar midesini bulandırdı. kusmayı denedi. geğirikten başka birşey çıkmıyordu. ağrı gırtlağının en üstüne kadar geldi. dayanamadı. çorabını çıkarıp ağzına tıkadı, gözlerini kapadı ve acıyı unutmayı denedi. anılarını hatırlamaya çalıştı. hiçbiri yoktu. kim olduğunu hatırlayamıyordu. ismini hatırlıyordu.. hatırlamalıydı. "kim ismini unutur ki?" dedi ve ve hatırlamaya çalıştı. anıların yitmesi, bu kadar korkunç olabilir miydi? oysa o, hep bunun iyi olacağını düşünmüştü. sürekli yanılıyordu ve tüm bunların yanında bu acı dayanılmazdı. hızlandırması gerekliydi. mutfağa gitti. içki şişesini parçaladıktan sonra, sol el bileğini, hiç tereddüt etmeden doğradı. ağzındaki çorabı çok kuvvetli bir şekilde ısırarak inledi. çok acıyordu. "keşke o kadar derin kesmeseydim" diye düşündü. sonra acısı giderek azaldı. kollarını hissetmiyordu artık. kafasının karıncalandığını, boynunun şiştiğini hissetti. sigarasından derin bir nefes aldı. kalbi gözlerinin arkasında, her attığında gözlerini itiyor gibiydi. dumanın gırtlağından indiğini, akciğere dolduğunu, kana karıştığını, hissetti -hayır hayır gördü- resmini çizebilirdi. bu duygunun nasıl bir şey olduğunu düşündü ama bir cevap bulamadı. hiçbir şey yoktu artık onun için. ne koku, ne ağrı, ne his, ne anı. yoktu. çünkü cesedinin sabun olmasına sadece birkaç gün vardı bir süre daha buralarda olacaktı. sonra ait olduğunu bildiği yere, okyanusa gidecekti.
    0 ...