en koyu yazıların yazıldığı, en kabarmış kelimelerin biriktirildiği, halkının derin bir sessizlik içerisinde olduğu ve kimsenin evinden çıkmadığı başkenttir. kadim bir sonbahar altında ezilir, sokaklarında kasvetli ve boyası akmış binalar yükselir. haşmetli yapıları yoktur, adalet sarayı yoktur, eğlence merkezleri boştur, millet meclisinin kapalı kapıları ardından korkunç kahkahalar duyulur, sokakların dört bir yanı aynalar ile çevrilmiştir.
kaldırımları vardır. ve yolları. dar sokaklar arasında sonsuzmuşçasına ilerlerken aslında olduğunuz yerde bir çember çizmenize neden olan yollar. kuralları yoktur bu şehrin, ayrıca içinde yaşayan tek kişi olarak kendi kurallarınızı da koyamazsınız, mana, yıkıntıdır çünkü.
bu şehirde en ufak bir hayalkırıklığı, en ufak bir mutlu gülüş, en ufak güzel bir hatıra korkunç yankılar çıkarır, kulaklarınızı sağır eder, şehir titremeye başlar. fakat sinsidir de şehir! siz kalabalıklar içerisindeyken sizi dışarıya püskürterek kendisini saklamasını bilir! taaki yeniden siz yalnız kalana dek de saklandığı yerde durur.
ve işin en enteresan yanı, bazen, bir süre sonra bu başkenti sevmeye de başlarsınız. kurallar oluşturamayacağınızı ya da hiçbir şeyi iyileştiremeyeceğinizi fark ederek kendi kurallarınızı belirlersiniz.(*!) bu yıkılmışlıktan haz almaya, ışık önünde uçuşan tozlarla eğlenmeye başlarsınız..
ve günün birinde artık yalnız değilsinizdir. etrafınız sevdiğiniz insanlar ile çevrilmiştir.. fakat bir kez tatmışsınızdır ya o melankolinin ve hüznün içerisindeki tatlılığı.. yalnız kaldıkça yalnızlığın başkentine kaçarsınız! bu kez büyük bir hevesle!
iki dünya arasında bir dengeye binersiniz.
yine de her ne olursa olsun, kendi kendine dahi hükmedemeyen bir başkenttir burası!
kimseye davetiye yollamayan, sizi kendisi seçen.
"ben bütün cehennemleri biliyordum içimdekileri
ve diğerlerini. deliresi karanlıklar yaşadım
gözlerim ardına dek açık. gidilmez uzaklara gittim
çelikten atlarımla, görülmez uzakları gördüm
ve yıkık tapınaklarda tanrı düşlerini."