eylül ayının son demleri, güzel ve serin bir pazar günüdür. sabah işe gitmek için erkenden kalkılmıştır. duş alınmış, saçlar güzel bir şekilde taranmış, yeni ütülenmiş takım elbise ve boyalı ayakkabılar giyilip evden çıkılmıştır. rüzgar hafif hafif saçlarınızı okşamaktadır. ana yola çıkılır, artistik bir el hareketiyle size selektör yapan sarı dolmuş durdurulur.(takım elbise giyen de fakir olabilir). dolmuştaki en sevdiğiniz yer olan arka kapı yanı koltuk boştur. gözlerinizin içi parlamaktadır. bir hevesle koltuğa oturulur. rica etsem bir tane uzatır mısınız şeklinde seslenilir öndeki sarışın güzel bayana. ardandan arkaya yaslanıp caddede yürüyenler, köpeğini gezdirenler izlenir kafadaki bir kaç düşünceyle birlikte. akabinde bir süre sonra dolmuş birden yavaşlamaya başlar. yeni biri için kapı açılır. şoför yanı ve ortadaki üçlü koltuk dolmuştur. tek seçenek arkadaki dörtlü koltuk kalmıştır. iste o esnada jaws film müziği kulakta duyulmaya başlar. çünkü ufukta gözüken kişi yaklaşık 120 kilodur. soldaki iki kişi cam kenarına doğru kayar tırsarak. ve özlemle beklenen o koça kıçlı, ter içindeki adam araya oturur. tam oturamaz aslında kıçı sığmamaktadır çünkü. (burada gerçek bir koca kıçtan bahsediyorum. nah bu kadar). parasını uzattıktan sonra koca kıçını da iyice geriye ittirir. gülümseyerek pardon der. gülümseyerek önemli değil denilir ama aslında sövmektir söylemek istenen. asıl problem inerken oluşmaktadır. çünkü bu zat, koca kıçını koltuğa sokamadığı gibi, aynı şekilde de çıkartamaz. öndeki koltuktan da destek alıp göz hizanızda domalıp kapının açılmasını bekler ki en can alıcı saniyeler bunlardır. hayatınız bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçmektedir. neyse ki problemsiz bir şekilde inmeyi başarır ve derin bir oh çekmenizi sağlar.