yazın sanatında yaşanılan ortamı; insanları, doğayı, börtü-böceği, gülü-çimeni anlatmak, tasvir etmek çok da zor değildir. oysa duyguların tasviri öyle mi?
aşkını, sevgisini, hayranlığını, özlemini, arzularını, bildik klişe söylemlerin dışına çıkarak tasvir etmek, hatta böylesine;
- biliyor musun?
+ neyi?
- telefonuna dokunduğun kadar dokunmadın bana...
+ içtin mi sen?
- günde kaç dakika okşuyorsun onun ekranını?
+ ...
- keşke ben de dokunmatik olsaydım...
idrak merkezinin tam ortasına bir çivi misali çakarak anlatabilmek zor iştir, beceri ister. kısacık bir diyalogdur fakat bünyesinde sevgi vardır, sitem vardır, özlem vardır, arzu vardır, çocuksu bir içtenlik vardır ve dahası, teslim olunmuş bir aşk vardır.
- yüzeyde hiç birisi görünmez, lakin derinlerde hepsi vardır.
her okuyucunun rahatlıkla anlayabileceği kadar basit fakat en müşkülpesent okuyucuyu dahi etkileyeni kurgulayabilmek, yazabilmek, hatta okurlarken tüylerini ürpertebilmek, her yazarın yapabilmeyi hayal ettiği zor bir iştir. engin bir hayal gücü ister, hayal ettiklerini önce duygulara, sonra yazıya dökebilme becerisi ister.