neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    11.
  1. Kuyunun içinden kuyunun görüntüsüyle, kuyunun dışından kuyunun görüntüsü nasıl aynı değilse; Türkiye'nin de, içerideki politikacıların empoze etmeye kalktıkları görüntüsüyle, çağlar üstünden bakıldığında ortaya çıkan görüntüsü aynı değil.
    ***
    Politik demagojilerin ikircilliği, bilimsel bir objektifliği kefenlemeye kalktığında ise; teknolojik aşamalarla değişen çağların dişlileri, asla acımaz demagojilerin yarattığı koşullanmalara ve çiğner geçer hepsini.
    ***
    Türk Ceza Yasası'nın tarihçesine bakıldığında; neden iç politikada Kamu Hukuku Doktrinleri'yle ilgili kavramların, -örneğin "devlet" kavramının, "merkez sağ-merkez sol" kavramlarının- bir saçmalıklar kakofonisine dönüştüğü de anlaşılır.
    ***
    1930'da faşist italyan hukukçusu Alfredo Rocco'nun tezgâhladığı faşist italyan ceza yasası, Türk Ceza Yasası'nın da bel kemiğini oluşturdu.
    Zaten, "ekonomi, hukuk ve tarih bilinci"nden yoksun olan yığınların, hangi nedenlerden ötürü yoksulluktan kurtulamadıklarını inceleyip araştırmak; "sınıfı sınıfa düşman etme" suçlamasıyla yasaklandı.
    Bu yüzden de, iç siyaset jargonunda sap-saman iyice birbirine karıştı.
    ***
    Oysa tek tanrılı dönemlerin 3 kutsal kitabı Tevrat, incil ve Kuran-ı Kerim de, -değişik bir açıdan bakıldığında- sınıfsallık üstüne kurgulanmıştır.
    Hz. isa'nın ünlü sözü de, özetler bu sınıfsallığı:
    - Bu dünyada sonuncu olanlar, öteki dünyada birinci olacaklar.
    ***
    Dünyadaki yoksul yığınlar, inançlarının ibadetlerini yerine getirdiklerinde, öldükten sonra zenginlerden çok daha zengin yaşayacaklar.
    ***
    1000 yıl sürmüş olan ortaçağ yoksulluğu, Vatikan'ın egemenliği altındaydı.
    Okyanuslara açılımlar sonucu, yoksul yığınların bir bölümü zenginleşmeye başladığında; laikliğin de temelleri atılmaya ve Vatikan'ın egemenliği törpülenmeye başladı.
    ***
    "Emirin demiri keseceğine" inanılsa da; emirle ne yoksulluk kalkar ortadan, ne depremlerle kuraklık felaketi.
    Ve ne de yoksul yığınların, öldükten sonra mutlu yaşama umutları.
    ***
    Hazine'den geçinmeli makam sahiplerinin, "devlet" sayılması; resmi bayramlarda frakla silindir şapka giyseler de, tam bir ortaçağ oligarşisiydi.
    "Laiklik" ilkesi ise; "kışla" parfümlü egemenliği, "cami" parfümlü bir egemenliğe kaydırmamanın tek sigortasıydı.
    ***
    Yoksul yığınlar, ancak zenginlerin yaşayabileceği kadınlı şampanyalı, danslı balolu üst düzey "burjuva sınıfı" eğlencelerini; "keferelik" olarak görüyor ve kendi inançlarına daha çok dört elle sarılmakta büyük bir teselli buluyorlardı.
    ***
    Faşist italyan ceza yasasının bir çevirisi olan TCK ise; sınıfsallığa dayalı sosyo-ekonomik analizleri yasaklıyordu.
    ***
    Parlamenter düzenlerde, cumhurbaşkanlarını da parlamentoların seçmesi yöntemi, yaygın ve rutin bir yöntemdir.
    Türkiye'de, kökleşmiş oligarşik yapı, bu doğal ve rutin yöntemi hazmedemiyor.
    "Kışla" parfümlü egemenliğin aşınmaya başlaması, ürkütüyor hem oligarşik yapıyı, hem de artık burjuvalaştığına inanmış kentli hanımları.
    ***
    Tek çözüm ise, "yönetim saltanatı"na karşı, "üretim saltanatı"nın, evrenselleşen ekonomik sermaye ile bütünleşerek güçlenmesi ve "birey"in hakkının; "Kopenhag kriterleri"ne uygun olarak kendi "yönetim saltanatı"nın despotizmine ve sömürüsüne karşı korunması.
    ***
    Son 80 yılda resmi araba ve bakımlarına kaç yüz milyar dolar harcandığıyla; aynı süre içinde, 3800'e çıkan belediyelerdeki itfaiye teşkilatının gelişmesine ne kadar yatırım yapıldığının şeffaflaşması; biliyorum ki, en az bendenizin ömrü içinde gerçekleşmeyecek.
    ***
    Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda demeçler verip nutuklar söyleyenlerin, en çok şeffaflıktan korktuklarını; bendeniz daha 1953 yılında, henüz 25 yaşındayken bizzat yaşamıştım.
    ***
    Kore'ye gönderdiğimiz birliğin standart olduğunu ve eksildikçe tamamlanacağını yazdığım zaman; siyah bir araba ve inzibatlarla Savunma Bakanlığı'na götürülmüş ve o tarihte Savunma Bakanlığı müsteşarı olan bir amiralin karşısına çıkarılmıştım.
    ***
    Amiralin karşısında hazır ol duruyordum. Amiral önündeki kâğıtlardan başını kaldırarak bana:
    - Sen Türk müsün, diye sormuştu.
    Ben de:
    - Evet efendim, demiştim.
    Amiral:
    - Bir Türk bunu yazmaz, demişti.
    ***
    Bir Türkün neleri yazıp, neleri yazmaması gerektiğini Savunma Bakanlığı müsteşarı amiral biliyordu.
    Ve bir soru daha sormuştu bendenize:
    - Sen vatanını seviyor musun?
    Bendenizin de beyni karıncalanmaya başlamış ve:
    - Bizim yaptığımız iş, vatanın bizi sevmesi içindir, demiştim.
    ***
    Sonra da, kendisinin de ingiltere'de okuduğunu söyleyen amiralle dost olmuş ve karşılıklı oturup kahveler içmiştik.
    ***
    Dileyelim de gerginlikler, kutuplaşmalar; maçlarda ve sokaklardaki şiddet eylemleriyle, öfke patlamaları mayna olsun.
    Abdullah Gül'e de şimdiden başarılar dileyelim.

    çetin altan
    1 ...