gözlerini açtığında gün, henüz doğmuştu ve saatine baktı. bir yanlışlık yoksa şayet saat tam olarak yedi buçuktu, o anda farketti sadece bir buçuk saat kadar uyumuş olduğunu. bir kaç saniye kadar boş bakışlarla ve olduğu yerde esneyerek tavana baktı. tavan sanki hiç derdi yokmuş gibiydi. yataktan kalkarken bir yandan da gözünün önünde yığılan saçlarını düzeltti, elini kokladı hafifçe. hızlı bir şekilde duş alması gerekiyordu. duştan sonra belki bir şarkı dinlemek ve kahve içmek için biraz vakti kalacaktı. kahveyi seviyordu ama güzel bir sevgi bağı olduğuna inanarak seviyordu aralarında. o, günde iki kere kahveyi ziyaret ediyor ve kahve de onun dikkatini toplamasına, ukusunun açılmasına yardımcı oluyordu. belki de dünya üzerindeki en seviyeli ilişkinin kahve ile insan arasındaki ilişki olduğunu düşündü birden, sonra vazgeçti bu tür düşüncelere vakit ayırmak için yanlış bir zamanda olduğunu farkederek. ama gene de günde en az iki kez kahve içiyordu. bağımlılıklardan, alışkanlıklardan nefret ettiğini her fırsatta söylüyordu ama böylesi bir durumun ne denli köklü bir alışkanlık olduğunu göremeyecek kadar uykusuz ve düşünemeyecek kadar vakitsizdi. evden çıktığı ana kadar hiç bir şey düşünmemek için muazzam bir çaba sarfetti. mutlu uyanmıştı ama ne kadar mutlu uyansa da uykudan ilk uyandığı anı çok fazla sevmiyor, o anda kendine oldukça şapşal göründüğünü düşünüyordu. sevimli denebilirdi daha çok ama bir sevgilisi yoktu bunu diyecek. eksikliğini de hissetmiyordu, kaldı ki güçlü bir kadın olmanın birincil kuralıydı sevgili olmadan da mutlu bir hayatı yaşayabilmek.
evden çıktığında ise ilk düşündüğü şey kapıyı çekerken aklında beliren "anahtarımı aldım mı" sorusuydu. belki de dünya üzerinde yaşayan bütün insanların yüzde doksan dokuzu bu soruyu kendisine soruyordu. kalan yüzde birlik kesimi ise evsizler oluşturuyordu ve anahtar, onlar için çok da sıkıntı değildi. en fazla şarap şişesinin tıpası kadar değeri olurdu bir evsiz için anahtarın. basamakları koşar gibi indi, iş yeri yürüme mesafesindeydi ve belki de sırf bu yüzden yürümeyi tercih etti. aslında bir arabası olsaydı, bu durum değişebilirdi ama hayatında hiç bir zaman arabasızlığından dolayı üzüntü duymamıştı. en azından evcil hayvanı olmadığı için daha fazla üzüldüğünü biliyordu, emindi. bir süre öncesine kadar evcil hayvanları da olmuştu aslında ama onların ölümü kadar üzen bir şey daha olmadığı için onu; yeni bir evcil arkadaş edinmekten uzak duruyor ve zaman zaman kendisini yalnız hissetmenin ağırlığına dayanamayıp da "acaba" dese de bu fikirden vazgeçmesi çok uzun sürmüyordu.
telaş içinde apartman kapısından çıktığı sırada kahverengi gömlekli bir adamın apartman basamaklarının bittiği yerde ellerini cebine sıkıştırmış bir halde beklediğini gördü. bir an şaşırmıştı, ilk önce kendisine itiraf etmeliydi. duygularını herkesten önce kendisine itiraf etmeyi sever, bunun kutsal bir inanç olduğuna inanırdı çünkü. bir an apartman kapısında kalakaldı ve bunun sebebi bu adamı, bir yerlerden ve bir şekilde tanıyor olma ihtimalini düşünmekte olmasıydı. bir süre daha düşündü, bulamadı. uzun süreli sessiz bakışmadan rahatsız olmuş gibi kaşlarını hafif mimiklendirerek bir şey diyecek oldu adam, aynı mimik kullanım kılavuzunu okumuşçasına kaşlarından birisini hafif havaya kaldırarak iyi bir dinleyici olduğunu kanıtlar gibiydi "senin için buradayım" dedi yabancı adam. yabancı mı? gerçekten yabancı mıydı? tanımadığından emindi. "emin misin" diye sordu bu sefer kahverengi gömlekli, aslında emin değildi. neden diye sormak istedi önce, sonra kimsin sorusu daha doğru olabilirdi bu durum için ama en sonunda soruların ne kadar da yersiz olduklarını anlaması çok sürmedi "yorgunum" dedi yabancıya. yorgundu hayatın ta en başından beri başka türlü taşımacılık işlerini üstlenmiş olmasından kaynaklandığına inanıyordu ama o kutsal yalnızlığın ağırlığını, hayatın darası sayılabilecek kadar ağır gelebilecek olan o yalnızlığı düşünmemişti hiç. bu yorgunlukta payı neydi? doğru ya en yakın ilişkilerinde bile yalnız kalmıştı pek çok zamanlar. suçlanmıştı üstüne bir de yeri geldikçe ve belli aralıklarla. kıskanılacak kadar güzeldi en fazla ama kıskançlığın da mantığı olmalıydı ona göre.
basamakları birer birer indi. yabancıya her yaklaştıran adımda biraz daha duyulur oluyordu hırıltılı nefesi yabancının. günde üç değilse iki paket sigara içtiği kesindi bu adamın. hani bazıları vardır, ölmek için yaşarlar ya. öyle bir şeydi bu adamda gördüğü, adam resmen ölmek için yaşıyordu. gözlerinin altına bakılırsa votkayı da sek içmeyi tercih ediyordu yabancı. sapık mıydı? benziyordu bu haliyle ama güven veren bir sapık. belki de kahverenginin etkisiydi. severdi kahverengini ve hep güven duyardı bu renge. içini bir merak kaplamıştı şimdi. adam, bir sigara yaktı ve toplamda kısa olan bir zaman diliminde dönüp duran düşünceler birbirleriyle çarpışıp duruyordu zihninde. kafasının karıştığından emindi ama en fazla ne olabilirdi ki? hem bir sapık akşamı, havanın kararmasını yeğlerdi apartman kapısına dikilmek için. kahverengi değildi güvenmesinin sebebi, anladı. o anda tanışık olduklarından da emin olmak istiyordu ama nereden tanıdığını bir türlü kestiremiyor, zorlanıyordu. ilkokul, lise, üniversite, bir önceki iş yerinden, son çalıştığı yerden, bir müşteri miydi, lanet olsun ki hiç birinde tablo netleşmiyordu zihninde.
belki bir gece gene hemen her gece olduğu gibi uyurken kalkıp da rüyasına gelmişti bu adam. kötü bir rüyadaydı ve bu adam o rüyadaki kötülükleri defederken gösteriyordu kendisini. evet, onu tanıyordu. rüyasındaki adamdı basamakların dibinde sigarasını henüz yakmış o adam. rüyasında da sigara içiyordu, onun omuzunda ağlıyordu. belki de o gün başına gelecek bir fenalıktan dolayı korunmaya ihtiyacı vardı ve adam sırf bu yüzden apartmanın kapısındaydı. ama o zaman "senin için buradayım" demekten fazlası gerekirdi durumun izahı için. düşünceleri bir kere daha birbirlerine çarpıştılar ve zihninde birkaç saniyede bir düşünce hurdalığı oluştuğunu hissedebiliyordu o sırada. "yabancı" dedi adama doğru, "benim, tanımadın mı" diye sordu adam. "bir yerlerden hatırlıyorum seni ama ismini çıkartamadım" dedi adama doğru "ismimi bilmiyorsun" şeklindeki cevap beklediği cevap değildi aslında ama adamın ismini gerçekten bilmediği için şaşırmadı bu cevaba. "tanımıyorum" demek istiyor ama rüyasından dolayı tanıdığı bu adama da onu tanımadığını söylememeyi daha çok istiyordu.
yorgundu, belki de tüm bu gördükleri, konuştukları gerçek bile değildi. gözlerini ovuşturdu, adam yoktu.
ağlayarak uyandı. bir rüya görmüştü, aynı adamı rüyasında bir kere daha görmüştü. kimdi bu adam? ne istiyordu? ne yapmaya çalışıyordu? neden kahverengi giyiniyordu?
tek istediği biraz huzurdu. şimdi, rüyalarında biraz huzur buluyor ama gözlerini açtığında hep ağlamış olmaya bir anlam veremiyordu ama gene de bütün istediği biraz olsun huzurdu.