milliyetçilik... bu sözcük ayyuka çıktığında akan sular durur. kimi 'faşist' yaftasını vurur hemen. hani o özgürlükçü ve demokrat geçinenler var ya, onlar ilk sırayı alır bunda. komünistler de izler bunları. ardından antifaşistler. antifaşistleri anlarım, onlar her türlü tahakküme karşıdırlar. peki ya diğerleri? onlar ne kadar samimiler ki...
halbuki bunlara pek lüzum yok. sıkı bir nihal atsız'cı değilseniz, demek istediğimi anlarsınız. (nihal atsız'a aşırı derecede kılım zira)
günümüzdeki milliyetçilik, 19. yüzyıldan kalan o faşizan milliyetçilik değil. 'kendi içimize kapanalım, yağımızda kavrulalım' diyen insanlar yok artık. bizim türkçü kardeşlerimizin çoğunluğu da uzak bundan. insanın kendi ırkından, kendi kanından, kendi dininden bildiği; aynı ülküyü, ideali ve düşünceyi paylaştığı kimseyi sevmesi faşistlikse, herkes faşisttir.
bir milletten olduğu için bir kişiyi sevmekle, aynı ideolojiyi paylaştığı için sevmek arasında zerre bir kategorik farklılık bulunmaz. ikisi de güdüsel ve normaldir.
bir türkün bir bulgardan çok kendi ırkdaşını sevmesi, gerçekten 'çocuksu' bir şey midir? einstein'in yahudi vatanına duyduğu özlemi biliyoruz. şimdi einstein da mı 'çocuksu hastalığa mensup' olmuş oluyor?
bu ne zaman problem olur: sen kendi ırkından olan kişiyi katıksız olarak savunursan her daim, ondan gayrıyı dost bilmeyip hakkını teslim etmezsen, işte o zaman. böyle bir vaziyeti haiz bir zat tanımadım ben.
'Aydın' geçinenlerin tespitidir bu. ne kadar aydın oldukları da bellidir. ne cemil meriç, ne necip fazıl okumuşlardır; ağızlarına pelesenk olmuş 'halkların kardeşliği' yalanı ile milleti uyutmaya çalışan, lümpen ve pespaye, devrimbazcılık oynayan çocuklar...
'çeyrek münevver' tanımına uyanlar...
hayır efendim, hayır!
'halkların kardeşliği' değil!
milletlerin kardeşliği!
ümmetlerin kardeşliği!
siz bunu söylerseniz samimi olursunuz. millet ve ümmetin içini boşaltıp, herkesi kendi kafanıza göre bir tip içine sokup, 'işte halkların kardeşliği' derseniz, sonunuz yugoslavya'dan farklı olmaz.