londra

entry335 galeri
    171.
  1. Ah Londra ah. Nereden başlasam acaba anlatmaya ki böyle birden düşününce gelmiyor aklına insanın. Heh sanırım buldum önce bir (bkz: kibarlık)geliyor insanın aklına. istanbul'da,hatta Türkiye'de görüp görebileceğiniz maximum kibarlığı 10'la çarpın,çarptınız mı yetmez 100'le hatta 1000le çarpın çünkü o zaman gerçek Londra insanının kibarlığını anlayabilirsiniz.Dikkat ederseniz ingiliz insanı demedim arada genelde pek bir fark olmuyor tabi ama Londra nüfusunun büyük bir kısmı göçmen bildiğiniz üzere. Zaten fiziksel yapı ve aksanlarından fazla bir farkları yok,hepsi geldikleri ilk günden itibaren benimsemişler 'British' olmayı *
    Uçağınız alçalmaya başlar başlamaz o heyecanı ya da Londra'da olmanın ne demek olduğunu hissediyorsunuz tepeden görünen bir (bkz: London Eye) bu heyecanı iyice arttırıyor. Eğer (bkz: Heathrow)a indiyseniz hemencecik valizinize kavuşup koştura koştura Londra'da olmanın ne demek olduğunu anlatan metroya iniyorsunuz tabi ki cebinizde (bkz: oyster)ınız ve 'london tube map'inizle birlikte. Muhtemelen valizinizi taşımanıza yardım etmeyi teklif eden bir ingiliz centilmeniyle henüz alışamadığınız (bkz: ingiliz aksanı)yla sohbet ederken diğer yandan bizim hiç alışık olmadığımız o mimari ve havayı gözlemleyerek ilginç bir metro yolculuğuna başlıyorsunuz. Metrodan indikten sonra gideceğiniz yeri bulmak ise tamamen sizin harita kullanma bilginize kalmış,eğer benim gibi harita kullanmaya alışkın bir insan değilseniz yine yardımınıza 'ultra kibar londra insanı' yetişiyor. Ama size tavsiyem kesinlikle harita kullanmayı öğrenin. Özellikle telefonunuza indireceğiniz (bkz: London city mapper)applicationu en büyük yardımcınız olacak Londra sokaklarında. Gerek gideceğiniz yere hangi metro ya da otobüs hattını kullanacağınızı söyleyerek gerekse yürürken size yardımcı olarak.Turistik yerleri söylememe gerek bile yok zaten,gerek parklar gerek müzeler gerekse de diğer tarihi ve turistik yerleri zaten gitmeden önce sonsuz kere duyacağınız için bir esprisi yok. Ama size naçizane tavsiyem var tabiki. Mesela (bkz: House of parliament)in yanında diğer parklara nazaran küçük sayılabilecek o parktaki birkaç banktan birine oturup bir elinizde (bkz: costa) kahveniz diğer elinizde (bkz: WHSmith)den aldığınız ingilizce kitabınızla oturun bir kitap okuyun derim size (bkz: Big Ben)den gelen çan sesleriyle ve pek temiz ve benim bir türlü beğenemediğim (bkz: river thames)manzarasıyla birlikte. Ama nedense bu parkta otururken bir başka seviyorum bu nehri. Ben kitap okumayı sevmem derseniz de o efsane grup (bkz: The Beatles)ın bir iki şarkısını dinleyin de huzur ne demekmiş görün. Aslında Londra'nın her yeri huzur doludur bana göre ama buranın farklı bir havası var nedense. Tavsiye isteyen diğer yazar dostlara diğer bir tavsiyem de kaybolun. Evet yanlış duymadınız boş vaktiniz varsa eğer kaybolun. Ne harita kullanın ne internet. Gördüğünüz insanlara sorun hem dilinizi denemiş olursunuz hem de güzel arkadaşlıklar kurabilirsiniz emin olun. Kendinize olan güveninizi de tazelersiniz böylece. Bir de (bkz: gece hayatı)var. Bir kere gece hayatının en büyük artılarından biri (bkz: night bus) olayı. 24 saatte max 15 dakikada bir otobüs hatlarını gördükçe istanbula bir kere daha lanet edeceksiniz. Gece dışarı çıkarken taksiye bir ton para ödeme olayı yok. Hem Heathrow'dan metroya binerken aldığınız oysterı bu efsanevi otobüslerde de kullanabilirsiniz. Bir taşla bir sürü kuş hesabı * Hem o Londra'nın simgesi çift katlı otobüs deneyimini trafiğe takılmadan yaşıyorsunuz hem de ek olarak biletti bilmem neydi derdi yok. Zaten duraklarda hangi otobüsün nereye gittiğine dair kocaman bir harita var. Gideceğiniz mahalleye kadar nasıl gideceğinizi kolayca bulabiliyorsunuz. Aman dikkat ! Gece,otobüslerin kodları değişiyor. Yani kısaca gece otobüs kullanacağınız zaman bir kontrol edin derim hangi otobüse bineceğinizi,sarhoş sarhoş kaybolmak istemeyebilirsiniz. En kötü şoföre sorarsınız zaten. Açıkcası mekan olarak öyle çok fazla önerim yok genelde aynı yerlerde takıldığım için bu konuda pek bir bilgim yok ama (bkz: fabric)e (bkz: tiger tiger)a ya da en önemlisi (bkz: soho)ya bir gidin derim. Beğenmeseniz de gidin. Diğer mekanların yerini tam hatırlamasam da fabric yanılmıyorsam Farrigdon istasyonunda Diğerleri de muhtemelen (bkz: piccadilly circus)da. Metrodan çıktıktan sonra kalabalığı takip ederek kolayca ulaşabilirsiniz popüler gece mekanlarına. Gideceğiniz yeri bulamazsanız girecek bir sürü gece klübü var. Bir de (bkz: leicester square)var tabi. Nedendir bilmem bana Taksim'i hatırlatır. Gidin derim,hediye almak için de güzel mekanlar vardır eğlenmek,yemek yemek için de. Sokak sanatçılarını da unutmayalım. :) Londra deyince akla gelen diğer şeylerden biri tabiki pub kültürü. Publarda kendi isteğimle gece klüplerine nazaran daha fazla zaman geçirdim ve kesinlikle şunu söyleyebilirim ki pubları tek geçerim. Gerek insanlarla tanışmak gerek sohbet etmek gerek kafa dinlemek olsun cafelere bile bin basarlar. Kimseye ihtiyaç duymadan gidip biranızı alıp bir köşede tek başınıza takılabilirsiniz,sıkıldığınız an sohbet edecek birilerini bulmak kaydıyla. Geleli tam 46 gün oldu ve her geçen gün biraz daha fazla sevdiğim,kıymetini anladığım burnumun direğini sızlatan bir şehirdir Londra. Oradayken evimi bu kadar özlemedim ben. Kötü yanları yok mudur,tabiki var mesela metrodaki havalandırma sorunu ya da yürüyen merdiven olmaması vs vs ama bütün kötü yanlarına rağman dönünce ilk 1 ay istanbul'a alışamamama sebep olan,hayatım boyunca unutamayacağım anılara sahiplik eden biraz gri biraz kırmızı bol aksanlı ve bana harika arkadaşlıklar miras bir şehir. Gitme konusunda ikna edilmeye ya da nasıl yaşayacağım orada diye tereddütleri olan varsa yardıma açığım. En yakın zamanda görüşmek üzere Londra,gri kalman dileğiyle *
    3 ...