Dünyaya gelip zihnini kullanmayı öğrendiğinden beri; ölümü en arkaya iten/yokmuş gibi davranan bireyler için geçerli olan durum.
Bir yakınının ölümüne tanık olup onu sonsuzluğa uğurlayan birinin duyduğu azap; öncelikle sıranın yavaş yavaş kendine geliyor oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu sebepten; din olgusunun bir amacı da kişinin ayağını ölüm gerçeğinde sabitlemek olduğundan dolayı, dinibütün tanımladığımız kimseler için geçerli bir önerme değildir bu.
dini ve öbür dünya temelli inanışları; modernitenin görünmeyen karanlık tarafında hapseden insanoğlu, her dönem ölümü gözden uzak tutarak mezarlıklarını şehrin merkezlerinden fersah fersah ötelere taşımaya çalışmıştır.
Ben bu durumu emperyalist ve tüketim odaklı dünya düzeninin; insanı manevi/uhrevi hissiyatlardan uzaklaştırarak tamamen bu dünya eksenli yaşamaya telkin etme uğraşı şeklinde değerlendiriyorum. Zira eski çağlarda mezarlıkların, şehir/site/klan içlerinde kurulduğunu ve gündelik yaşamla iç-içe olduğuna dair sayısız örnekler sunulabilir.
modern(?) insan; beşeriyetin istikameti doğrultusunda kendisini gittikçe doğadan (diğer manada öz evinden) uzaklaştırarak, beton ve ucube yapılanma şekilleri sebebiyle asl'olandan da uzaklaştırmaktadır.
Asl'olan ölümdür.
Kişinin ölümü kabullenemeyişi; ölümü derinlikli biçimde tanımlayamaması (belki de bundan ürkmesi) ve gündelik yaşamında bu gerçeğe yer aç(a)mamasından kaynaklanmaktadır.